Öğrenmek İstediğimiz İlmi Neye Göre Belirlemeliyiz?

Faydalı bilgi hangi bilgidir? Faydalı ilim, kula Rabbini tanıtan, bu âleme geliş ve bu âlemden gidişin hikmetini kavratan, dünyâ hayatındaki imtihanların farkında olmayı sağlayan, insanı inceliğe, hassâsiyete, rikkate ve tefekküre sevk eden ilimdir.

FAYDALI İLİM İHTİYACA CEVAP VEREN İLİMDİR

Bir nahiv (dilbilgisi) âlimi gemiye binmişti. Sefer esnâsında ilmine mağrur bir şekilde gemici ile sohbete koyuldu. Gemiciye zaman zaman muhtelif suâller sordu ve muhâtabından her defasında “bilmiyorum” cevabını alınca da gemiciye karşı ilmiyle iftihâr etmek üzere:

–Yazık! Ömrünün yarısını câhilliğin yüzünden hebâ etmişsin.” diyerek onunla alay etti.

Temiz kalpli gemicinin, bu küçük düşürücü davranışa gönlü kırıldı ise de olgunluk gösterip nahivciye cevap vermedi, sustu. Derken şiddetli bir fırtına çıktı ve gemiyi müthiş bir girdabın içine sürükledi. Herkesi büyük bir telâşın kapladığı o hengâmede gemici, nahivciye döndü ve:

–Ey üstad, yüzme bilir misin?” diye sordu.

Nahivci, solmuş sararmış bir vaziyette titrek bir sesle kekeledi:

–Hayır, bilmem!..” dedi. Bunun üzerinde gemici, mahzun bir edâ ile şu mukâbelede bulundu:

–Nahiv bilmediğim için benim yarı ömrüm mahvolmuştu, öyleyse şimdi senin bütün ömrün mahvoldu. Zîrâ gemimizin bu girdaptan kurtulma imkânı yoktur. Ey nahivci, bu deryâda nahivden ziyâde yüzme ilminin daha faydalı ve zarûrî olduğunu bilmiyor muydunuz?..

Bu kıssadaki nahiv ilminden murâd, bütün dünyevî ve zâhirî ilimlerdir. Faydalı ilim ise, ihtiyâca cevap veren ilimdir. İnsanın en büyük ihtiyâcı, bedeniyle birlikte rûhunun da ebedî saâdetini temin etmektir. Bu da, Allah rızâsını kazanmaya bağlıdır. Allâh’ın rızâsı ise, kâmil îmanla birlikte sâlih amellerle elde edilebilir.

FAYDALI İLİM İNSANI TEFEKKÜRE SEVK ETMELİ

Yine kıssadan anlaşılacağı üzere; bu fânî vücut gemisi ölüm girdabında çırpınırken, yâni dünyâya büyük vedâ ânı olan ecel yaklaşınca; asıl ihtiyâca cevap vermeyen, yaşanmayan, irfâna dönüşmeyen, ruhsuz, kuru ve sırf nefsin rahatına yarayan bilgilerden medet umulamaz. O anda Hak Teâlâ’nın kulundan istediği “kalb-i selîm”e ihtiyaç vardır. Kalbinse ecel gelmeden önce, nefs engelini bertarâf ederek bu vasfı kazanması gerekir.  Bu merhaleye ulaşamayanlar, açıldıkları bu engin deryâda helâk olmaktan kurtulamazlar.

O hâlde faydalı ilim, kula Rabbini tanıtan, bu âleme geliş ve bu âlemden gidişin hikmetini kavratan, dünyâ hayatındaki imtihanların farkında olmayı sağlayan, insanı inceliğe, hassâsiyete, rikkate ve tefekküre sevk eden ilimdir.

"OKU" EMRİNİN MUHTEVASI NE?

Esâsen bütün ilimler, Allâh’ın kâinâta koymuş olduğu kâideleri tespitten ibârettir. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e ilk nâzil ettiği âyette; “İkra: Oku” buyurur. Bu okuma, sâdece yazılı bir şeyden okumak mânâsına gelmez. Bununla birlikte gözle mütâlaaya, zihinden ve gönülden tezekkür ve tefekküre de işâret eder. Bu itibarla “ikra” emrinin muhtevâsını şöyle anlayabiliriz:

Ey Rasûlüm! Oku! Her şeyi oku! Aslında her biri ilâhî bir kitap olan insanı, Kur’ân’ı ve Kâinât’ı oku! Kelâm-ı İlâhî’yi oku, kendindeki ve kâinattaki sırrî hakîkatleri, Allâh’ın koymuş olduğu hassas kâidelerdeki ilâhî azamet tecellîlerini ve kudret akışlarını ibretle tefekkür ve tezekkür et! Eşyânın hakîkatini idrâke çalış! Allâh’ın ihsânını, nîmetini gör! Bütün bunlardaki murâd-ı ilâhîyi hikmet nazarıyla oku!..

HAYATIN BİR FELAKET OLMASIN İSTİYORSAN OKU VE TEFEKKÜR ET

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde pek çok âyet-i kerîme ile bizleri ilâhî azametini tefekküre dâvet eder. Bu yüzden en ideal tahsil, Kur’ân-ı Kerîm’i akıl ve gönül âhengi içinde tahsil ederek ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini okuyabilmektir. “Oku” emrinin mânâsını kavramaktır.

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

(Rasûlüm!) Sana bu mübârek Kitâb’ı âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd, 29)

Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (el-Enbiyâ, 10)

Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed, 24)

Şüphesiz Allah katında yürüyen canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (el-Enfâl, 22)

İşte ilâhî hakîkatler karşısında tefekkürsüzlük, hayatı ebediyen zindana çeviren mânevî bir felâkettir.

Bu sebeple insana fayda sağlayacak ilme ulaşmak için, Allâh’ın varlığının, birliğinin ve azametinin mahlûkâta nakşolmuş hâldeki delilleri olan kâinat kitabındaki âyetleri gönül gözüyle okuyabilmek, derin derin tefekkür etmek ve onları hakîkî mânâsıyla kavramaya çalışmak îcâb eder.

BİLMEK, SADECE OKUMAK DEĞİL, HAYAT MUAMMASINI ÇÖZEBİLMEKTİR

Bu dünyâya gelenler niye geliyor, buradan gidenler niye gidiyor? Kimin mülkünde yaşıyoruz, bu âlemdeki nizam kime âittir? Bu direksiz duran gök kubbeyi; dağlarıyla, okyanuslarıyla koskoca yeryüzünü hangi kudret inşâ etmiştir? Kimdir ve murâdı nedir? İşte esas ilim, bu gibi sorulara iç dünyâmızı, yâni gönül âlemimizi tatmin edecek cevaplar veren ilimdir. Esas ilim ve bilmek, kâinatta meknuz ilâhî murâda, var oluş hikmetimize, yaşayış ve davranışlarımızla, doğru karşılığı verebilmektir.

Gerçek ilim, kulun Hâlık’ını tanımasıdır. İlim, insanı yaratılış gâyesi mûcibince ibret ve hikmete götürmeli, kâinattaki ilâhî sanatı temâşa ile mutlak sanatkâra ulaştırmalıdır. Atomdan galaksilere, gözle görülemeyecek kadar küçük hücrelerden cesîm varlıklara, günlerin, gecelerin, mevsimlerin yılların deverânına, insanın doğumundan ölümüne kadar her şeyi gönül gözüyle okutarak ilâhî azamet karşısında insana hiçlik ve kulluğunu idrâk ettirmelidir.

Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

…Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan gereğince korkar…” (Fâtır, 28) buyurur.

İşte faydalı ilim, Cenâb-ı Hakk’a kullukta tekâmül ettiren, insana rûh inceliği, rikkat, zarâfet ve hassâsiyet kazandıran bir ilimdir.  Ebedî istikbâli saâdet içinde yaşamaya vesîle olan ilimdir.

Ayrıca ilim zihinde kalıp kalbe intikal etmezse, o ilim faydasız bir ilimdir. Nasıl ki îman; dil ile ikrar, kalb ile tasdik ise, ilmin de zihinden kalbe intikal etmesi, bu şekilde “irfân”a dönüşmesi îcâb eder.

Zîrâ gönle nakşolmayan ve davranışlara aksetmeyen bir ilmi, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-; “fayda vermeyen ilim” olarak ifâde buyurmuş ve ondan Allâh’a sığınmıştır.

Kaynak: Osman Nuri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.