Olgun İmanın Kanıtı Nedir?

İHSAN

Yaratıklar içinde sadece insanlara ait olan ahlâk, İslâm’da dinin ana bölümlerinden biridir. Bizzat sevgili Peygamberimiz “ahlâkî üstünlükleri tamamlamak için gönderildiğini’1 bildirmiştir. Yüce Kitabımız da, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i «en üstün ahlâk›a sahip»2 olarak tanıtmıştır.

Hadis kitaplarımızın “edeb” bölümlerini dolduran yüzlerce hadis, ahlâkî üstünlükleri bize göstermekte ve öğretmektedir. Yazı başlığını kendisinden iktibas ettiğimiz hadis-i şerif de onlardan sadece biridir. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Müslümanların iman yönünden en olgunu, ahlâkı en üstün olanlarıdır.”3

Görüldüğü gibi hadisimiz huy güzelliğini, ahlâk üstünlüğünü iman olgunluğunun göstergesi olarak nitelendirmektedir. Diğer bazı hadislerde de “En hayırlınız, ahlâkı en üstün olanınızdır” ifadeleri yer almakta, hayırlı olmak, ahlâkî üstünlükle değerlendirilmektedir. Her iki grup hadisin ortaya koyduğu ölçü aynıdır: Dinimizde iman olgunluğu ahlâkî üstünlüğe/güzelliğe bağlıdır.

AHLÂKÎ DAVRANIŞ VE YAŞAYIŞ

Ahlâk-iman ilişkisi böylesine birbirinden ayrılmaz olunca, ahlâkî davranış ve yaşayış da, hiç şüphesiz, İslam’a yani Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Seniyye’ye uygun olan davranış ve yaşayıştır. Bu iki kaynağa aykırı olan her davranış gayri ahlâkîdir. Yani bize göre ahlâkın kaynağı dindir; İslâm ahlâkının yegâne kaynağı ve ölçüsü İslâm’dır. Ahlâkı üstün Müslüman da İslâm’a göre ahlâklı olandır. Hani “En iyi Müslüman”ı seçmek üzere bir yarışma düzenlenecek olsa, ahlâkı en güzel olan Müslümanı bulmak suretiyle yarışma sonuçlandırılır.

İSLAM AHLÂKI

İslâm ahlâkının en kısa ve en özlü tanımı “et-Ta’zim li emri’llah, ve’şefekatü ala halkı’Ilah” = Allah emirlerine saygı/ta’zîm ve yarattıklarına şefkat” diye yapılmaktadır.

Bu tanım, gerek ferdî ahlâkın gerek sosyal ah­lâ­kın bütün detayını içine alacak ve her türlü ahlâkî davranışı anlatacak genelliktedir. Bu tanımın aslını Kur’an-ı Kerîm’de «Rabbimiz Allah›tır deyip sonra dosdoğru hareket edenler›4 anlamındaki âyet-i kerimelerde ve “İslâm’ı bana öylesine anlat ki, bir daha başkasına sorma ihtiyacını duymayayım” diyen sahâbîye Sevgili Peygamberimizin “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!5 diye verdiği cevapta bulmaktayız.

Allah emirlerine saygı, her türlü hayrın ve ahlâkî davranışın başıdır. Yegâne yaratıcıya, gizli-açık her şeyi bilen Allah’a karşı derin bir saygı duymayan, kulluğunu sadece O’na sunmayan insanın, ciddi şekilde saygı duyacağı başka ne olabilir? Allah emirlerine saygısızlık edenin, beşeri değerlere saygı göstereceğini kim garanti edebilir?

Yüce Rabbimiz, «Allah katında en değerliniz, Allah saygısı en üstün olanınızdır”6 buyurmakla, «en büyük kurtuluş”7 diye tanıttığı Allah’ın hoşnutluğuna ancak Allah saygısı yerinde olanların ulaşabileceğini duyurmuştur. İttika veya Allah emirlerine saygı, bireysel davranışların düzenleyici prensibi ve ahlâkîlik ölçüsüdür. Bütün faziletlerin kaynağı da Allah’a saygıdır. Hikmet, şecaat, iffet, adalet, cömertlik, alçak gönüllülük ve sabır gibi bütün güzel huylar ve faziletler teker teker incelendiği zaman, Allah emirlerine saygıya dayandıkları görülecektir. Ne denilmiştir. «Her türlü hayrın başı Allah korkusudur.”8 Nitekim Mehmet Âkif merhum da insanî erdemleri Allah korkusuna bağlar:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır,

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın,

Ne irfânın kalır te’sîri, kat’iyyen ne vicdânın.9

Bu demektir ki üstün ahlâklı olgun Müslüman olmanın ilk şartı, Allah emirlerine her alanda derin bir saygı göstermek ve onları her şeyin üstünde tutmaktır.

YARATILMIŞLARA ŞEFKAT

İslâm ahlâkının ikinci temeli olan yaratıklara şefkat ilkesi, aile ahlâkından sosyal ahlâka, iş ve ticaret ahlâkına kadar her türlü beşeri ilişkileri ve hatta hayvanlar ve tabii çevreye karşı gösterilecek davranışları kapsar. Çünkü her şeyi yüce Allah yaratmıştır.

Şefkat, kişiyi iki yönlü bir davranışa zorlar. Öncelikle, görevini eksiksiz ve en iyi şekilde yapmayı gerektirir. Sonra da bile bile hiç bir yaratığa zarar vermemeyi, aldatmamayı emreder. Çünkü acıma ve merhametin gereği budur.

Hiç bir yaratığa bilerek zarar vermemekten, başkalarını kendisine tercih etme (“îsâr”) davranışına kadar her türlü güzel ve ahlâkî fiilin temelinde imana dayalı engin bir şefkat duygusunun bulunduğu açıktır. Merhamet ve şefkatten yeterince nasibini alamamış insanların, bencillikten, cimrilikten, kendi zevk ve çıkarlarından başka bir şey düşünmedikleri bilinmektedir. Bunun en çarpıcı delili, dünyamızın açlar toklar tablosu, ülkeler ya da kıtalar arası kahredici sosyal dengesizlik görüntüleridir.

Unutulmamalıdır ki, şefkat, merhamet, yumuşaklık, anlayış, sevgi ve nezâket en üstün şekilde insanları Allah yoluna ve rızasına çağıran Allah elçileri peygamberlerde mevcuttur. Hiç bir peygamberin şefkat ve merhametten yoksun olduğu ya da öyle davrandığı görülmemiştir. Kalpleri kazanmanın şefkat ve merhametten başka yolu da esasen bulunmamaktadır.

“Âlemlere rahmet”10 ve “mü’minlerin sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen’’11 en güzel hayat örneği”12 ve “en yüksek ahlâka sahip”13 Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gibi bir Allah elçisinin ümmeti olarak Müslümanların bu niteliklere imkân ölçüsünde sahip çıkmaya çalışmaları kadar tabii ve doğru ne olabilir?

“Ahlâk-ı Muhammedî”ye sahip olmak, Kur’an’ı yaşamak anlamına gelecektir. Zira Aişe radıyallahu anhâ vâlidemiz Hz. Peygamberin ahlâkı/yaşayışı Kur’an’dan ibarettibuyurmuştur.14 Demektir ki, olgun Müslüman, üstün ahlâklı olandır. Ahlâksızın iyiliği, Müslüman da olsa, büyük bir yalandır.

AHLAK GÜZELLİĞİNİN GÜZEL SONUCU

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e insanları cennete en çok girdiren şey nedir? denildi. O (s.a.),“ Takva (Allah saygısı) ve huy güzelliği!” diye cevap verdi.15

Dünya ve âhireti bir bütün olarak değerlendirme bilinç ve sorumluluğunu derinden hisseden ve yaşayan sahâbîler, Peygamber Efendimize yönelttikleri sorularla hem kendileri bilgilenmişler hem de gelecek Müslümanların meraklarını giderecek ve ihtiyaçlarını karşılayacak cevaplar hazırlamışlardır. Allah kendilerinden razı olsun.

Bu son hadis-i şerifteki “İnsanları cennete en çok girdiren şey nedir?” sorusu tek bir sorudur ama verilebilecek cevap birden çoktur. Çünkü aynı sonuca birçok şeyle ulaşmak mümkün olabilir. Ancak merak edilen aynı sonuca “en çok”, “en fazla”, “en kısa yoldan” ulaştıran iş, amel, tavır ve davranıştır. Peygamber Efendimiz, bu tür sorulara her dönemde geçerli olan en kapsamlı cevapları verirdi. Bu kez de iki cümlecikten oluşan bir cevap vermiştir: “Allah saygısı (takvâ) ve güzel ahlâk yani huy güzelliği.

Genellikle “Allah’tan korkmak” diye anlamlandırılan takvâ, Allah saygısı, sorumluluk bilinci diye de anlaşılabilecek, sürekli bir uyanıklık ve disiplin halini ifade eder. Sürekli denetim ve gözetim altında yaşadığının farkında olanlar, Allah’a karşı özel hayat sahibi olmadıklarını da bilirler. Nitekim Hz. Peygamber bir hadîs-i şerifinde “Nerede olursan ol, Allah’a karşı saygılı ol!”,16 bir başka hadîs-i şerîfte de “İmanın en faziletlisi (en etkilisi), nerede olursan ol, Allah’ın se­ninle birlikte olduğunu bilmendir”17 buyurmaktadır.

Öte yandan güzel, güzeli ister. Cennet güzeldir, güzeller yurdudur. Oraya ancak güzel huylular gider. İyi geçimli, güzel huylu insanlar, çevreleri için daha dünyada cennet havası oluştururlar. Ancak “güzel huylu” olmanın elbette bir ölçüsü olacaktır. İslâm’da güzellik ve meşrûiyet kaynağı vahiydir. Güzel huyluluk, hiçbir zaman her şeyi hoş görmek anlamına gelmez. Güzel-çirkin, iyi-kötü ayırımı ve ölçüsüne sahip olanlar ve bu gerçeğin ayırdında bulunanların toplumda etkinleşmesi için gayret eden güzel huylu kişiler, herhalde cennete namzettirler.

Bu da ahlak güzelliğinin, iman olgunluğunun âhiret hayatına yönelik kıbta edilecek nihâî ve en güzel sonucudur.

Dipnotlar: 1) Bk. Muvatta, hüsnu’l-hulk 8. 2) Bk. el-Kalem (68), 4. 3) Darimi, rikak 74; Arrıca bk. Buhârî edeb 38, 39; Ebû Davud, sünnet 14; Tirmizî, rada’ ll, iman 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 250, 472, 527; V, 99; VI, 47, 99. 4)Bk. Fussılet (41), 30; el-Ahkâf (46). 13. 5)Müslim, Iman 62; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 413; IV, 385, Arnca bk. Tirmizi, zühd 61; İbn Mâce, fiten 12; Darirnî, rikak 4; mukaddime 19. 6) el-Hücurat (49), 13. 7) Bk. et-Tevbe (9), 72. 8) Bilgi için bk. Aclûnî, Keşfu’l-hafa, I, 421 (No: 1350). 9) Safahat, s. 267. 10) el-Enbiya (21), 107. 11) et-Tevbe (9),128. 12) el-Azbab (33), 21. 13) el-Kalem (68), 4. 14) Müslim, müsafirin, 139. 15) İbn Mâce, Zühd 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,392,442; Râmehürmüzî, Kitâbü’l-emsâl, s. 158; Hâkim, el-Müstedrek, IV,324, Hakim “Bu, isnadı sahih bir hadistir, fakat Buharî ve Müslim kitaplarına almamışlardır” der. Zehebî de,“sahih” olduğu görüşüne katılır. Hadisin devamında şu ifadeler de yer almaktadır: Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e insanları cehenneme en çok sürükleyen şey nedir? denildi: “-İki boşluk; ağız ve üreme organı!” buyurdu. 16) Tirmizî, Birr 55. 17) Heysemi, Mecmeu’z-zevaid, I, 60.

Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, 2014 - Ocak, Sayı: 335, Sayfa: 014