Ölüm Bu Kadar Mı Yakındı Bana?
Altınoluk dergisi 423. sayısında Seher Küçük Hanım'ın makalesini istifadenize sunuyoruz...
Yapmam gerekenleri sıraya koyuyordum ki, ikindi namazı vaktinin çıkmak üzere olduğunu fark ettim. Geç kaldığım için kendime kızarak tam kalkayım derken gözlerim bir anda karardı ve mutfak kapısından aynı kıyafetleri giymiş bir grup insan girdi içeri...
Zamanın hızla aktığı günümüzde, evlerde yapılan işler de rutine bağlanmış durumda. Babalar evin helâl rızkını kazanmak üzere sabah çıkıp akşam yorgun geri dönerken, anneler evin içinde hızla koşturup durmakta bütün gün… Her ne kadar yoğunluktan ve yorgunluktan şikâyet edilse de, hiçbir dünyevî ihtiyacımızı eksik etmemeye özen gösteren bir toplumuz... Tefekkür ve edebiyat dünyasının en önemli sermayesi olan sonbahar, bizim ülkemizde kış hazırlıklarıyla tasvir edilir. Bunda elbette çalışkan Anadolu annelerinin hakları ödenmez. Allah hepsinden râzı olsun.
Geçtiğimiz hafta sonu, böyle bir anneyi ziyaret için evine gitmiştim. İlkokuldan üniversiteye kadar her dönemde öğrenci çocukları bulunan, alt katta kayınvâlidesi ve kayınpederine yardım eden değerli bir ablamız… Sohbet her zamanki gibi, çocukların eğitimleri, yaşlıların sağlık durumları, ekonomik sıkıntılarla başladı, uzun süredir devam eden tedavisine geldi. Genellikle serzenişle konuya girerken şimdi çok iyi olduğunu ve hastalığının kendisine büyük bir ders verdiğini bildirdi. Yaşadığı önemli değişimi merak ettim ve mahzuru yoksa anlatmasını istedim. Gözleri sulanıp heyecanlanarak başladı anlatmaya:
“-Okulların ilk açıldığı günlerde bir taraftan kışlık hazırlıklar, bir taraftan çocukların okul ihtiyaçları için geç vakitlere kadar çalışıyordum. Yine yoğun geçen bir günün sonunda, mutfakta kendi kendime, bir saat sonra ikizlerin okuldan geleceğini, akşam ezanıyla büyüklerin üniversiteden gelip yemek isteyeceklerini, Ahmet Bey’in mideden rahatsız olduğu için sebze yemeği yiyeceğini, ikizlerin sebze yemedikleri için başka bir şey yapmam gerektiğini, kayınvâlidemlere gün içinde hiç uğramadığımı düşünüp yapmam gerekenleri sıraya koyuyordum ki, ikindi namazı vaktinin çıkmak üzere olduğunu fark ettim. Geç kaldığım için kendime kızarak tam kalkayım derken gözlerim bir anda karardı ve mutfak kapısından aynı kıyafetleri giymiş bir grup insan girdi içeri... Korku ve telaşla ne yapacağımı bilemezken hep bir ağızdan yüksek sesle şu âyet-i kerîmeleri okumaya başladılar:
«Her canlı ölümü tadacaktır...» (el-Ankebût, 57)
«Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.» (ez-Zümer, 30)
«Nerede olursanız olun, sağlam ve güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır...» (en-Nisâ, 78)
«De ki: Kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak sizi bulacaktır…» (el-Cum’a, 8)
“O gün ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm ile gelenler başka.» (eş-Şuarâ, 88-89)
Korkudan nefesimi tutmuş, «Allâh’ım, Allâh’ım, bana yardım et!» diye duâ ederken, içlerinden biri, yanıma yaklaştı. Korkuyla kendimi geri çekip:
«-İkindi namazımı kılmadım, hemen kılacağım.» dedim.
«-Peki.» dercesine yerinde durakladığı anda, abdestimin olmadığını hatırladım. Hüzün ve pişmanlıkla:
«-Abdest almam gerekiyor.» diye yüzüne bakınca, imkânsız dercesine bakışlarını sertleştirdi.
ABDESTLİ OLMANIN ÖNEMİ
Âh, abdestli olmak, ne büyük kurtarıcı imiş, hocamız sürekli abdestli bulunmamızı söylerdi, neden duyduklarımı tatbik etmedim, neden abdestsiz nefes almaya devam ettim, neden abdestli yaşamadım diye ağlamaya başlayınca, tekrar yüksek sesle âyetler okunmaya başlandı:
«İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı.» (el-Ankebût, 64)
«Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük, insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak yer, Allah yanındadır.» (Âl-i İmrân, 14)
«İyi bilin ki, dünya hayatı, ancak bir oyundan, eğlenceden, süs ve gösterişten, aranızda bir öğünme, mal ve evlât yarışından ibârettir…» (el-Hadîd, 20)
«Mal ve oğullar, dünya hayatının ziynetidir. Asıl kalıcı olan sâlih ameller ise, Rabbinin katında hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.» (el-Kehf, 46)
Âyetler okunurken hem ağlıyor, hem de yapmak isteyip de sürekli ertelediğim iyilikleri düşünüyordum. Kendime söz vermiştim, abdestsiz bulunmayacaktım. Kur’ân-ı Kerîm ezberlerimi artıracaktım. Peygamberimizle kalben daha fazla birlikte olacak, daha fazla hadîs-i şerîf öğrenecektim. Sabah erkenden kalkıp tesbihlerimi eksiksiz yapacaktım. Sadaka ve hayırlarımı artıracaktım. Tam da sohbetlere düzenli başlamıştım. Bir daha bırakmayacak, dînimi daha güzel öğrenecektim. Kaza oruçlarımı bitirecektim. Uzun zamandır kırgın olduğum akrabalarımı ziyaret edecektim. Eşim de söz vermişti, bu sene umreye gidecektik…
Allâh’ım, bitti mi şimdi benim dünya mühletim? Ben de mi öldüm? Bu kadar mı yakındı bana ölüm? Ama ben daha çok gençtim. Çocukları da yeni büyütmüştüm. Ben ne yaparım şimdi, hiçbir hazırlığım yok. Son ikindi namazımı dahî kılamadım. Abdest bile alma imkânı bulamadım. Eyvah kaybettim, kaybettim!
İçimdeki hüzün ve pişmanlığın ateşi, cehennem ateşi gibi yakıyordu canımı. «Allâh’ım, yoksa bu acı, kabir azâbı acısı mı?» diye sayıklarken uzaklardan bir ses işittim:
«Akıllı kimse, ölümü çok hatırlayıp ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Âciz kimse ise, nefsinin isteklerine tâbî olup Allah’tan dünyalık işler isteyen kimsedir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 31)
«Ey insanlar! Allâh’ın varlığını aklınızdan çıkarmayın. Râcife’nin (bütün canlılara ölüm getirecek olan Sûr’a ilk üfürülmenin) zamanı geldi. Bunun hemen ardından da Râdife (bütün canlıları diriltecek olan üfleyiş) gelecektir. Ölüm, her türlü şiddet ve sancılarıyla muhakkak gelecektir. Ölüm muhakkak herkesi bulacaktır.» (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 23)
«Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın.» (Nesâî, Cenâiz, 3)
«Aslında siz ölümü çok sık hatırlamış olsaydınız, çok ağlar az gülerdiniz. Öyleyse lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayın.» (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 26)
«Gaflete dalıp gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!» (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 17)
Bunlar en son sohbette hocamızın anlatmış olduğu hadîs-i şerîflerdi. Yoksa bu ses Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübarek sesleri mi? Tıpkı anlatıldığı gibi yumuşak, müşfik, sevgi dolu…
Rabbim, Rabbim, Rabbim!” diye sayıklarken eşimin yüzüme döktüğü suyun serinliğini ve ıslaklığını hissettim. İkizlerin, «Anne!» diye ağlama sesleri kulağıma geliyor, doktorun «Ateşi düşüyor, atlattı!» dediğini duyuyor, ama gözlerimi açamıyordum…
Dakikalar sonrasında yeniden doğmuşçasına gözlerimi açtığımda, istediğim ilk şey, abdest almak oldu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında abdestimi alıp ikindi namazımla birlikte şükür secdelerine kapandım.
O yaşadıklarım ne idi, nasıl oldu bilemedim. Ama o abdestsiz bulunmanın acısı hâlen yüreğimden geçmedi.” dedi ve hıçkırarak dakikalarca ağladı.
Kaynak: Seher Küçük, Altınoluk Dergisi, Aralık-2022, Sayı:423
YORUMLAR