Ölüm Gelmeden Sen Gel!

İHSAN

Ölüm geldiği vakit artık herşey bitmiştir. İnsan kaderi sonuna gelmiş ve ömrü boyunca nasıl yaşamış, neler yapmış, neler yapmamış hepsi onun hesabına yazılarak ölüme teslim olmuştur. Ne bir eksik ne fazla giderken yanımızda aldığımız tek şey "amellerimiz"...  Bu yüzden ölüm gelmeden ölüme hazırlık en önemli ve gerekli hazırlıktır.

Ölüm geldiğinde bütün uyuyanlar uyanır, yâni gözlerini açıp hakîkati görürler. Ancak o son nefeste hakîkati görmenin artık hiçbir faydası olmaz; tıpkı Firavun’a olmadığı gibi... Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“Akıllı kişiler önceden ağlarlar; bilgisizler ise işin sonunda başlarına vururlar, hayıflanırlar. Sen işin başlangıcında sonunu gör de, kıyâmet gününde pişman olma!”

“Bu hususta şu kuşun hâli sana ibret olsun ki, o, avcının tuzağındaki buğdayları görünce kendinden geçmiş, aklını kullanamaz hâle gelmişti. Böylece irâdesiz bir şekilde buğdayları yedi, fakat, tuzağa düştü kaldı. Bu defa başını dertten kurtarmak için ne kadar Yâsîn okudu, ne kadar En’am okudu. Ama ne fayda!.. Belâ gelip çattıktan sonra, ağlamak, feryat etmek, sızlanmak ne işe yarar. Bu âh ve feryat, tuzağa düşmeden önce gerekirdi...”

Nitekim Lût kavminin, ilâhî intikâmı celbeden azgınlıkları sebebiyle helâk edileceklerini duyduğunda İbrâhîm -aleyhisselâm-, onların ne derecede bir isyân içinde olduklarını tam bilmediğinden kendilerine merhametle duâ etmek isteyince melekler:

“–Artık duâ vakti geçti!..” demişlerdir.

Cenâb-ı Hakk’ın murâdı üzere ölümün bizlere nerede, ne zaman ve nasıl geleceği belli değildir. Onun için gönüllerin “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrıyla yoğrulması ve her an Rabbine kavuşmaya hazır bulunması zarûrîdir. Aksi hâlde son nefes: “Eyvah nereye böyle!” feryatlarıyla dolu bir hüsran demi olur... Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: «İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir!..» denir.” (Kâf, 19)

Dolayısıyla kulların en mühim meselesi, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalbdir. Buraya kadar anlattığımız tevbe ve gözyaşı bu hâle nâiliyetin sadece kapısı mesâbesindedir. Bu kapıdan içeri girdikten sonra yapılması gereken bütün amel-i sâlihleri ihyâ da elbette zarûrîdir. Farz, vâcib ve sünnetleri âdâbı üzere edâdan sonra bilhassa kul hakkı, anne-baba hakkı, Allâh için infak, bütün mahlûkâta merhamet, şefkat ve af ile yaklaşabilme gibi güzelliklere sahip olunmalıdır. Meselâ bu güzelliklerden affedebilme meziyetine kavuşabilenler, ilâhî affa daha çok lâyık olurlar. Zîrâ “Acıyın bize!” feryatlarına gönül vermeyen muhabbet ve merhamet mahrumları, hayâtın şaşkın ve hazin yolcularıdır.

Onun içindir ki gönüller, tevbe ve gözyaşı iklîminde bütün davranış güzelliklerini elde ederek Rabbe yönelmelidir. Bu yöneliş de hiç şüphesiz ömrün her ânını içine almalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes, Erkam Yayınları