Ölüm Korkusunu Nasıl Yenebiliriz?

Ahirete İman

Firavun’un sihirbazları misâli, dalâlet üzere yaşayıp âhir ömürlerinde hidâyete erenler olduğu gibi, Kârun ve Bel’am bin Baura misâli, hidâyet üzere yürüyüp, sonunda defterini hüsranla kapatmış olanlar da mevcuddur.

Bir kul, hangi mânevî makam, mertebe ve üstünlükte olursa olsun, nefs ve şeytan, dâimâ pusuda beklemekte ve fırsatını bulur bulmaz ayakları sırât-ı müstakîm’den kaydırabilmektedir. Zîrâ şeytan, Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere Cenâb-ı Hakk’a:

“–Sırât-ı müstakîm üzerinde oturacağım ve kullarını azdıracağım!..” dedi ve tekrar diriliş gününe kadar kendisine mühlet verilmesini istedi. İmtihan dolayısıyla da bu mühlet kendisine verildi.

Bu tasalluttan ancak ihlâslı kulların istisnâ tutulduğunu da şeytan şöyle îtiraf etti:

“–İhlâsını koruduğun kulların müstesnâ!..”

ÖLÜMÜ GÜZELLEŞTİRME

Peygamberlerin dışında hiçbir kul, îmân hususunda ayak kayması tehlikesinden kesin olarak selâmette değildir. Bu sebeple her bir mü’min, kendisine lutfedilmiş olan ömür nîmetini lâyıkıyla değerlendirmeye gayret etmelidir. Ölümün soğuk ürpertilerinden kurtulmanın yegâne çâresi, ancak sâlihâne bir ömür yaşamaya gayret etmektir. Çünkü ölüme hazırlıklı olanlar, ölümden korku duymak yerine onu ebedî bir vuslat vesîlesi olarak telakkî ederler. Bunlar, “ölümü güzelleştirebilme”nin huzûruna ermiş mes’ud kullardır. Fakat gâfilâne bir hayat yaşayarak âhiretini mahvedenler ise, ölümün korkunç ve karanlık girdabı karşısında soğuk ürpertiler duymaktan kurtulamazlar. Hazret-i Mevlânâ ne güzel söyler:

“Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir, insanı Allâh’a kavuşturduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”

“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.”

“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir…”

İşte bir kul, bu dünya hayâtında benliğini aşar ve rûhunda meknûz olan melekî sıfatlar istikâmetinde merhaleler kat ederse, yâni “ölmeden evvel ölmek” sırrına nâil olursa, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve müteâl olan Rabb’e vuslatın mecbûrî bir ilk adımı olarak görülür. Böylece ekseri insanlarda şiddetli korkulara sebep olan ölüm, gönüllerde “Refîk-ı A’lâ”ya, yâni “en yüce dosta” kavuşma heyecanına dönüşür.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013