Ölümü Hatırlamanın Kalbe Tesiri

Ölümü hatırlamanın kalbe tesiri nedir? Ölümü hatırlamanın üç şekli.

Ölüm büyük bir işdir, büyük bir teh­likedir. İnsanlar bunu bilmezler, hatırlasalar da kalblerine fazla tesir etmez. Çünkü kalbleri dünya meşgalesi ile öyle dolmuşdur ki, kalblerinde bir şeye yer kalmamışdır. Bunun için de zikir ve tesbihden zevk almazlar. Bunun çaresi, yalnız bir yere çekilmek, hiç değilse kalbini bir saat kadar dünya meşgalelerinden uzak tutmakdır.

Nitekim ıssız sahralarda dolaşan bir kimse, başkalarından kendisine bir yardım geleceğini düşünmez. Başının çaresine bakar. Önceden tedbir alır. İşte yalnız bir yerde oturup kendi kendine demelidir ki:

Ölüm yaklaşdı. Belki bu gün gelir. Eğer sana bilmediğin karanlık bir dehlize gir deseler içinde kuyu var mı? yoksa köpeğe rastlar mıyım veya ne var ne yok? bilmiyorum deyip dizlerinin bağı çözülür. Ölümden sonraki işin, mezardaki korkulu halinin bundan aşağı olmadığı gün gibi meydandadır. Bunu düşünmemek ne biçim cesarettir? Bunun en güzel çaresi ölen arkadaşlarına bakmak, onları düşünmekdir. Onları hatırlayıp dünyada her birinin mevkiini, işlerini, sıkıntılarını, neşelerini, dünyada neye kavuşduklarını, ölümü nasıl unuttuklarını ve beklemedikleri bir zamanda ellerinde en ufak bir azık ve hazırlık yokken ölümün gelip onları kıskıvrak götürdüğünü düşün.

ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN ÜÇ ŞEKLİ

Ölümü hatırlamak üç şekilde olur.

Gafilin Ölümü Hatırlaması

Birincisi, dünya ile meşgul olan gâfilin hatırlamasıdır. Ölümü hatırlar fakat kendisini dünya arzularından alacak diye onu sevmez.

Bunun için ölümü kötüler ve “bu kötü iş başımıza gelecek, yazık ki bu dünya ve güzellikler böyle kalacaktır” der. Ölümü bu şekilde hatırlaması kendisini Allahu Teâlâ’dan uzaklaştırır. Fakat dünya kendisine sıkıntılı gelir. Ve dünyadan nefret ederse aklını kullanırsa faydasını görür.

Tevbe Edenlerin Ölümü Hatırlaması

İkincisi, tevbe edenlerin ölümü hatırlamasıdır. Daha çok korkmak için ölümü hatırlar. Tevbesini bozmaz ve geçmişte kaçırmış olduğu fırsatları telafi eder. Çok şükür etmeye gayretli olur. Bunun sevabı büyüktür. Tevbe eden kimse ölümü kötü görmez. Erken ölmeyi de sevmez. Çünkü hazırlık yapmadan gitmek istemez. Ölümü böyle istememek zararlı değildir.

Ariflerin Ölümü Hatırlaması

Üçüncüsü, âriflerin ölümü hatırlamasıdır. Onların hatırlaması vadedildiği üzere öldükten sonra Allahü Teâlâ’ya kavuşmak içindir. Seven sevdiğinin va’dini, sözünü unutmaz. Daima onu gözetir. Hatta seve seve ölmek ister. Nitekim Huzeyfe (radıyallahu anh) ölürken “Ya Rabbi! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sıhhatten, ölümü yaşamaktan çok sevdiğimi biliyorsun. Ölümümü kolay eyle ki, seni görmekle rahat edeyim” demiştir.

Bu derecelerin ötesinde bundan daha büyük derece vardır. Ölümü istemez de, kötü görmez de, ne erken gelmesini ne de geç gelmesini ister. O Allahü Teâlâ’nın hükmünü hepsinden çok sever. Kendi tasarruf ve arzularına kıymet vermez. Rıza ve teslim makamına ulaşmıştır. Bu, ölümü hatırladığı fakat ondan korkmadığı, hatta ölüme hiç aldırmadığı zaman olur. Çünkü bu dünyada kendisi onun müşahedesindedir. Kalbi her an onu zikretmektedir. Ölüm ve hayat onun için birdir. Çünkü her nerede olursa olsun, Allahü Teâlâ’nın zikrine ve sevgisine dalmıştır.

HER MÜSLÜMAN ÖLÜME HAZIRLANMALI

Her Müslümanın ölüme hazırlanması lâzımdır. Bunun için de tevbe etmelidir. Kul hakkı altında kalmamaya dikkat etmelidir. Yani haklarını sahiblerine verip helâllaşmalıdır. Allahü Teâlâ’nın haklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimi, İslâm’ın beş şartını yerine getirmektir.

Namaz kılmayan kimse Müslümanlığın hakkını vermemiş olur.

Bu dünya bir konakdır. Âhirete göre bir zindandır. Bu geçici varlık bir görünüştür. Gölge gibi yavaş yavaş çekilmekde, geçip gitmektedir.

Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:

“İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar.”

Dünya hayatı rüya gibidir, ölümle uyanınca rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Müslümanların ölümü hayattır. Hem de sonsuz bir hayat.

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2. s. 120-147

İslam ve İhsan

ÖLÜM İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Ölüm ile İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.