Ölümü Unutmaya Çalışmak En Büyük Ahmaklıktır
Ölümden kaçarak beyhûde yorulan, ölümü kendinden uzak görerek kendini kandıran gâfillerin aksine, nebevî terbiye ile yetişen ashâb-ı kirâm ve onların izinden yürüyen Hak dostları, ölüme hazırlanmayı, onu sık sık hatırlamayı ve âdeta ölümle iç içe yaşamayı hayat düstûru edinmiş kullardı.
Nitekim sahâbeden Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- ölümü kendisine o kadar yakın görürdü ki, bir cenâze götürüldüğünü görse, âdeta ölüye seslenerek; “Git, biz de ardından geliyoruz.” derdi. (İhyâ, IV, 865)
Hazret-i Ali -radıyallahu anh- da sık sık kabirleri ziyaret ederdi. Bir gün ona:
“Ne oluyor, neredeyse mezarlara komşu oldun?” dediklerinde şu karşılığı verdi:
“Onlar sizden çok daha iyi komşulardır. Çünkü onlar, dünyalıktan bahsetmezler. Lisân-ı hâlleriyle de sürekli âhireti anlatırlar.” (İhyâ, IV, 866)
Hakîkaten, ölümün ürkütücü ağırlığını, kelimelerin zayıf omuzları taşıyamaz. Ölüm sessizliğine bürünmüş her bir mezar taşı, lisân-ı hâl ile konuşan ateşli bir nasihatçidir. Dolayısıyla mezar taşlarından yükselen sessiz feryatları duyup hissedebilmek, mü’minler için büyük bir bahtiyarlıktır.
Duygular, düşünceler ve gayretler, “ölüm” muammâsı üzerinde derinleşmedikçe, toprak altındaki o istikbâl diyârının sırrına erilemez. Korku ve ürperti ile ölümden kaçmak, boşuna yorulmaktır. Onu görmezden gelip unutmaya çalışmaksa, en büyük hamâkattir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kāf, 19)
Hazret-i Osman -radıyallahu anh- da ne zaman bir mezarlığa uğrasa, sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Bir gün kendisine:
“Cennet ve Cehennem anıldığı vakit ağlamazsın da, mezar başında niye ağlarsın?” denildi. Bunun üzerine o da:
“Rasûl-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem-; «Kabir, âhiret yolunun ilk konak yeridir. İnsan orada kendini kurtarırsa ondan sonrası kolaydır, kurtaramazsa ondan sonrası daha zordur.» buyurduğu için ağlarım.” karşılığını verdi. (İhyâ, IV, 867)
Meymûn bin Mihran anlatıyor:
Ömer bin Abdülaziz ile bir mezarlığa doğru gittik. Mezarları görünce hüzünlendi. Sonra bana dönerek:
“Ey Meymûn, bunlar atalarımın mezarlarıdır. Sanki dünyaya hiç karışmamışlar gibidir. Baksana, nasıl toprak altında kaldılar, mezarları eskidi, bedenlerini de toprak yedi bitirdi.” dedi. Ardından da nemli gözlerle bir mezara bakarak:
“Vallâhi, şu mezara girip de azaptan emin olan kimseden daha büyük bir nîmete kavuşmuş bir kimse düşünemiyorum.” dedi. (İhyâ, IV, 868)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, HAk Dostlarının Örnek Ahlakından-2, Erkam Yayınları.