Ölünce Bizi Kim Karşılayacak?

“Ben ölürken beni kim karşılayacak?” sorusu doğru soru mudur? Bu soru ne ifade ediyor?

Son günlerde özel bir yayın platformunda yayınlanan bir dizi, teması ve temasını özetleyen spot cümlesi ile oldukça popüler hale geldi. “Ölünce beni kim yıkayacak?” Kimsesi olmayan, işini çok seven ve önem veren bir gassalın öldükten sonra kendi cenazesini kimin yıkayacağı derdi etrafında şekillenen bir senaryo kurgulanmış. Dizi ilk bölümünden itibaren, şehvet, dünyevi ihtiraslar, entrikalar, yalanlar, ahlaksızlıklar üzerine onlarca dizi ve programının hakim olduğu ekranlarda farklı bir yere konumlandı.

Acaba doğru soru bu mudur? İnsanın öldükten sonraki endişeleri bu minvalde mi olmalı diye düşünmeden edemiyor insan. Netice cenazenin tekfini, yıkanması, defni -tabii ki önemli hizmetlerdir- bir şekilde ifa ediliveriyor. Halk tabiri ile kimsenin cenazesi ortada kalmıyor. İnsanların yaşarken sevenleri tarafından üzerine toz kondurulmayan bedenleri ölümün tüm lezzetleri bıçak gibi kesen müthiş darbesinden sonra “cenaze” oluveriyor. Hâsılı eskilerin tabiri ile “ölmeyegör.” Gerisi hızlıca hallediliveriyor.

BEN ÖLÜRKEN BENİ KİM KARŞILAYACAK?

Ölüme ilişkin temel esas endişe öldükten sonra bedenimizin akıbeti değil de ölürken ruhumuzun akıbeti olmalı. Bu endişeyi dile getiren doğru soru ise “Ben ölürken beni kim karşılayacak?” olmalı. Soru kişinin aklına, endişesi takvasına işarettir. Bu soru, varoluşa anlam katan ölüme vasıf katan bir hayat sürmeye teşvik eder insanı. Varoluş ölüm ile anlamlanır. Hatta hayat bile ölüm için, ölümle başlayacak esas hayat için vardır. Rabbimiz Kuran ı Kerim’de ölümü ve hayatı kim güzel ameller işleyeceği belli olsun diye yarattığını buyurur (Mülk, 2).   

Varoluşu ve hayatı renklendiren, anlamlandıran kimliği ile ölüm, herkes için olmakla adil ve eşittir ama herkes için aynı nitelikte de değildir. Ölüm insanın yaşadığı hayata göre şekillenir ve renklenir. Her meyve ağacın cinsindendir. Ölüm meyvesi de kişinin dikip büyüttüğü ağacın cinsinden olur. Allah’ın verdiği ömür toprağına iman tohumu dikip, salih ameller suyu ile o tohumu ihsan ağacı olarak büyüten müminin ölümünde devşireceği meyve ile fasığın, kâfirin hasad edeceği dikenler aynı olmayacaktır elbet. Adalet gülleri, zulüm dikenleri sulamaktır der büyükler. Kişinin en büyük zulmü ise kendi dikenlerini büyütmektir. O sebepledir ki şirk ve günah en büyük zulümdür.

“Ölürken bizi kim karşılayacak?” İnsanı, imanı ya da küfrüne göre iki tür karşılama bekliyor o müthiş son nefes hengamında; İstikamet ehli, "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğrulukta devam eden müminleri ölümleri anında; "Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatında da ahirette de size dostuz. Burada, canlarınızın çektiği, umduğunuz şeyler, bağışlayan ve acıyan Allah katından bir ziyafet olarak size sunulur" diyerek inecek melekler (Fussilet, 30) karşılayacak. Kâfirleri ise yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve "tadın bakalım cehennem azabını!" diye diye canlarını alan melekler (Enfal, 75) karşılayacak. 

Ölüm ve sonrasında gri yok. Ya siyah ya beyaz. Ya küfrün, fıskın günahın karanlığı ve zulmeti ya da imanın, salih amellerin nuru ve aydınlığı karşılayacak bizleri. Dünya hayatında rahmeti mucibince kafire de mümine de rızık veren, yaşatan, koruyan, mühlet veren Rahman olan Allah, ahiret hayatında Rahim sıfatıyla sadece müminlere rahmetiyle muamele edecek.

Şu fani dünya hayatında uğrunda koşturulan, çaba sarf edilen ömür tüketilen pek çok hedef var. Amma hepsi ölümün son darbesi ile fena bulacak. Ölüm faniliğin mührü adeta. Ancak ne hikmetli bir tecellidir ki baki olanın da. Fena bulacak olana gayret neye yarar?

Uğruna çaba sarfedilecek bir şey var ise o da bedenine sadık bir gölge misali Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin izinde yaşayıp, meleklerin müjdeleri eşliğinde Azrail’e hoş geldin diyebilecek, ömrünün en hayırlı anı olacak bir ölüm ile ölebilmektir.

Kaynak: Halit Serhan Ercivelek, Altınoluk Dergisi, Sayı: 468

İslam ve İhsan

İNSAN ÖLÜNCE RUHU NE OLUR?

İnsan Ölünce Ruhu Ne Olur?

ÖLÜM ANI VE SONRASI

Ölüm Anı ve Sonrası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.