Ömer Bin Abdülaziz'den Hikmetli Sözler ve Nasihatler

Ömer Bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler ve nasihatler...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)

Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.

Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.

Altından kalkamayacağını anladığın mevzuları Allâh’a ve Rasûlü’ne havale et!

  • Allâh’a havale, O’nun Kitâbı’na;
  • Rasûlü’ne havale de O’nun Sünneti’ne müracaat etmek demektir.

ÖMER BİN ABDÜLAZİZ'DEN HİKMETLİ SÖZLER VE NASİHATLER

“Kıyâmet gününde  nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapın!”

ALLAH GÖRMÜYOR MU?

Bir gece vaktiydi. HAZRET-İ Ömer -radıyallâhu anh-, mûtâdı olduğu üzere Medine sokaklarını gezmekteydi. Önünden geçmekte olduğu bir evden, bir ana ile kızının dışarıya kadar taşan tartışmasını gayr-i ihtiyârî işitti. Konuşulanlar dikkatini çekti ve biraz durakladı. Ana, kızına;

“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.

Kız ise;

“–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.

Ana, kızının sözlerine sert çıkarak;

“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfenin süte su kattığımızdan nereden haberi olacak?!.” dedi.

Ancak gönlü Allah korkusu ve sevgisi ile dipdiri olan kız, anasının süte su katma hilesini yine kabullenmedi:

“–Anacığım! Halîfe görmüyor diyelim, peki Allah da mı görmüyor? Bu hileyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Allah’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.

Rabbânî hakikatlerle dolu bir kalbe sahip olan bu nezihe kızın, derûnî bir Allah korkusu içinde annesine verdiği cevap, halîfe HAZRET-İ Ömer -radıyallâhu anh-’ı son derece duygulandırdı. Mü’minlerin Emîri, onu sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı sebebiyle müstesnâ bir nasip bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Bu temiz silsileden de İslâm tarihinde beşinci halîfe olarak yâd edilen Ömer bin Abdülaziz gibi bir evlât dünyaya geldi.

(Bkz. İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 203-204)

MECBÛRÎ HALÎFE

Ömer bin Abdülaziz’e hilâfet makamı teklif edildiğinde, o önce bunu kabulden içtinâb etmiştir.

Fakat ondan daha liyâkatli kimse bulunmadığını gören ulemâ heyeti;

“–Sen bu vazifeyi üstlenmediğin takdirde vebâl altında kalacaksın.” dedi.

Ulemâ heyetinin bu vazifeyi üstlenmediği takdirde vebâl altında kalacağını bildirmesi üzerine, Ömer bin Abdülaziz mecburen vazifeyi kabul etmiştir.

 

TEB‘AN AİLENDİR

–Ömer bin Abdülaziz, hilâfet makamına geçirildiği zaman, Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve Muhammed bin Kâ‘b gibi sâlih zâtları davet ederek şöyle nasihat istedi:

–Bana çok ağır bir vazife verildi, benim âhiret selâmetim için bana tavsiyeniz nedir?

Ona şu nasihatte bulundular:

–Eğer yarın, kıyâmet günü azaptan kurtulmak istersen;

  • Müslümanların yaşlılarını baban,
  • Gençlerini kardeşin,
  • Çocuklarını evlâdın,
  • Kadınlarını da annen ve bacın bil!..

(Bkz. Ferîdüddin Attâr, Tezkire, Erkam Yayınları, s. 230-233)

 

BENİMLE GEÇİNMEK İSTERSEN!

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- halîfe olduğunda taşıdığı yüksek takvâ duygusu sebebiyle israfın önünü almaya evvelâ kendi hânesinden başladı. Hanımına dedi ki:

“–Eğer benimle geçinmek istersen, yanında olan bütün ziynet ve mücevherleri beytülmâle teslim etmelisin. Onlar sende oldukça imtizâcımız ve bir arada bulunmamız mümkün değildir.”

Bu söz üzerine hanımı Fâtıma, bütün kıymetli eşyalarını beytülmâle teslim etti.

Kocasının vefâtından sonra saltanat, bu hanımın kardeşine geçmişti. Kardeşi, onun beytülmâle teslim ettiği kıymetli eşyaları iade etmek istedi. Ancak sâliha bir hanım olan Fâtıma, bunu kabul etmedi ve;

“–Ben kocama sağlığında itaat ettim de vefâtından sonra mı isyan edeceğim!’’ diye muhteşem bir cevap verdi.

(Mehmed Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, sad. Bedrettin ÇETİNER, İstanbul 1982, II, 118)

EVLÂTLARINA DA RİYÂZAT

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh-’in, halîfe olduğu günden itibaren çocuklarına karşı muâmelesi de değişmişti. Hilâfete geçtiği gün, halk büyük kalabalıklar hâlinde Ömer bin Abdülaziz’e biat ederken izdiham sebebiyle oğlu Abdülmelik’in elbisesi yırtılmıştı. Bunu gören Ömer, oğluna şöyle dedi:

“–Evlâdım, git elbiseni diktir. Zira bugünden itibaren belki bu elbiseden başka bir elbise bulamayacak ve buna muhtaç olacaksın!”

Ömer bin Abdülaziz, her gece kızlarına uğrar, hâl ve hatırlarını sorduktan sonra uyumaya giderdi. Bir gece yine onlara uğramıştı. Babalarının geldiğini duyan kızları, elleriyle ağızlarını kapatarak kapıyı açtılar. Ömer, yanlarında bulunan mürebbiyelerine, niçin böyle yaptıklarını sorunca, o;

“–Yanlarında mercimek ve soğandan başka yiyecek bir şey yoktu. Soğan kokusu sizi rahatsız etmesin diye ağızlarını kapatıyorlar.” dedi.

Onların bu zühd, edep ve hassâsiyeti karşısında Ömer bin Abdülaziz’in gözleri yaşardı ve kızlarına;

“–Kızlarım! Sizin çeşitli ve güzel yemeklerle dünya nimetlerine tâlip olmanız, babanız için bir âhiret vebâli olabilirdi.” dedi.

 

MÎRAS BIRAKMAK

Veziri, Halîfe Ömer bin Abdülaziz’e;

“–Efendim, beytülmalden aldığınız tahsisâtın kâfî gelmediği görülüyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefâtınızdan sonra evlât ve torunlarınızın zarûrî ihtiyaçları için bıraksanız?!.” deyince, Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- şu muhteşem cevabı verir:

“–Eğer benim geride kalan evlâtlarım sâlih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya düşmelerinden korkmam. Zira Cenâb-ı Hak;

«...Allah sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzat deruhte eder.» (el-A‘râf, 196) buyurmuştur.

Cenâb-ı Hak, onların velîsi ve vasîsi olduktan sonra onların ileride karşılaşacakları hâllerden hiç endişe etmem!

Yok; sâlih değil de sefih kimseler olacaklarsa, böyleleri hakkında da yine Kur’ân-ı Kerim’de;

«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz!..» (en-Nisâ, 5) buyurulmuştur. Bu nehy-i ilâhîye rağmen sefih olacak çocuklarıma mal mı toplayacağım?!.”

(Ebu’l-Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 769-770; Krş. İbn-i Asâkir, Târîhu Dimaşk, XL, 251-252)

Mukātil bin Süleyman şöyle anlatıyor:

Ömer bin Abdülaziz’in 11 evlâdı vardı. Onlara toplam 9 dinar bıraktı.

  • (Emevî halîfelerinden) Hişâm bin Abdülmelik de 11 evlât sahibi idi. Her bir evlâdına mîrastan bir milyon dinar düştü.

Vallâhi, (bir zaman sonra) şu manzaraya şâhit oldum:

Ömer bin Abdülaziz’in oğullarından biri Allah yolunda cihâd için tam 100 atı sadaka olarak veriyordu. Aynı gün Hişâm’ın oğullarından biri sokakta dileniyordu.

Kıssadan hisse:

İstikbâli veren Allah’tır!.. Helâl kazancın bereketi, sonsuzdur.

TAKVÂNIN İN‘İKÂSI

Toplumun mânevî terakkîsinin, asr-ı saâdetten sonraki en zirve nümûnesi Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- devridir.

Onun hilâfeti sadece iki buçuk sene sürmüştü. O kısacık zaman diliminde, İslâm tarihine en büyük imzayı atmaya muvaffak oldu.

İspanya fethedilip Endülüs oldu. 7 bin kişiyle, 95 bin kişilik İspanya ordusu bertaraf edildi.

Halîfenin ihlâsı, topluma da in’ikâs etti. Herkes zekâtlarını fazla fazla verdi. İnfak ve hayrat yarışına girdiler. Kur’ân’a ehemmiyet verdiler. Hak ve hukuk tevzî edildi. İbâdet ü tâatlere revaç arttı. Her yeri ihlâs ve feyiz kapladı. Öyle bir bereket oldu ki, dağdaki kurt, sürüye saldırmaz olmuştu.

Mus‘ab bin A‘yun -rahmetullâhi aleyh- anlatır:

Ömer bin Abdülaziz halîfe iken Kirman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte dolaşırdı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı. İçimden dedim ki:

–Eyvah! Şu âdil halîfe ölmüş olmalı!

Araştırdım. Ömer bin Abdülaziz’in o gece vefât ettiğini öğrendim.

Mâlik bin Dînar -rahmetullâhi aleyh- anlatır:

  • Ömer bin Abdülaziz hilâfet makamına geçtiği zaman, dağlardaki çobanlar dediler ki:

–İnsanların idaresini sâlih bir kimse üstlendi.

Soruldu:

–Bunu nereden bildiniz?

Şöyle cevap verdiler:

–Hayvanlar bile huzur ve sükûn içinde...

 

İDARECİNİN HALKA TESİRİ

Ahmed Cevdet Paşa anlatır:

  • Emevî halîfelerinden Velid bin Abdülmelik, yeni yapılan binalar ve çiftlikler merakında idi. İnsanlar da bina ve çiftlik merakına düştü. Toplantı ve meclislerde hep inşaattan ve çiftliklerden bahsedilir oldu.
  • Süleyman bin Abdülmelik ise, sefâhate meyyâl, harem hayatına ve yemeğe düşkündü. Onun zamanında da süs, debdebe, şâşaalı ziyafetler, sefâhat, hevâ ve heves aldı yürüdü. Eğlenceler devrin modası hâline geldi.
  • Ömer bin Abdülaziz’e gelince, bu yüce halîfe, âbid ve zâhid biriydi. Onun zamanında da halk, ibâdet ve tâat yoluna girdi. Meclislerde;

–Bu gece evrâdın ne idi?

–Kur’ân-ı Kerim’den kaç âyet hıfzettin?

–Bu ay kaç gün oruç tuttun?

–(Kaç garip ve yalnızın yanıbaşında idin?)» gibi mânevî hasbihâller edilir oldu... (Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, c. I, s. 717)

Halîfe Ömer bin Abdülaziz, zekât memurunu Afrika ülkelerine göndermişti. Memur, malları dağıtamadan geri getirdi. Çünkü zekât alacak kimse bulamamıştı.

Bunun üzerine o da bu paralarla pek çok köle alıp âzâd etti.

(Bkz. Saîd Ramazan el-Bûtî, Fıkhu’s-Sîre, Beyrut 1980, s. 434)

YAKICI MES’ÛLİYET

Hanımı Fâtıma anlatır:

Bir gün Ömer bin Abdülaziz’in yanına girdim. Namazgâhında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona sordum:

−Nedir bu hâlin?

Şöyle cevap verdi:

−Fâtıma! Bu ümmetin en ağır yükünü omuzlarımda taşıyorum. Ümmet içindeki açlar, fakirler, hasta olup da ilâç bulamayanlar, sırtına giyecek elbisesi olmayan muhtaçlar, boynu bükük yetimler, yalnızlığa terkedilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, küfür ve gurbet diyarlarındaki müslüman esirler, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışmaya tâkati olmayan muhtaç yaşlılar, aile efrâdı kalabalık olan fakir aile reisleri... Yakın ve uzak diyarlardaki böyle mü’min kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında ezilip duruyorum.

Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunlar için bana itâb ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim!..

Hanımı Fâtıma anlatır:

“Onun ibâdeti sizlerinki kadardı. Lâkin gece yatakta Allah korkusunu ve kıyâmet hesabını tefekkürden öyle bir hâle gelirdi ki haşyetullah ile kalbi çarpmaya başlardı. Sanki suya düşmüş, yahut avuç içine alınmış bir kuş gibi çırpınırdı. Ben de onun bu hâline dayanamayıp yorganı üstüne örterdim ve kendi kendime;

«–Keşke idarecilik mes’ûliyeti bize tevdî edilmeseydi, keşke o vazifeyle aramızdaki uzaklık, güneşle dünya arasındaki mesafe kadar olsaydı.» derdim.” (İbn-i Kesîr, Tefsir, IX, 201)

İKİ YILDA ÇÖKTÜ

Muhammed bin Kâ’b el-Kurazî şöyle anlatır:

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- ile Medîne-i Münevvere’de karşılaşmıştım. O zaman genç, yakışıklı, ter ü tâze ve bolluk içindeydi. Daha sonra halîfe olunca yanına gittim, izin istedim, izin verilince içeri girdim. Ömer bin Abdülaziz’i görünce şaşırdım ve ona şaşkın şaşkın bakmaya başladım. Bana sordu:

–Ey İbn-i Kâ’b! Neden öyle şaşkın bir vaziyette bakıyorsun?

–Ey Mü’minlerin Emîri! Renginiz uçmuş, bedeniniz yıpranmış, saçlarınız ağarmış ve dökülmüş! Sizi bu hâlde görünce hayretimi gizleyemedim.

–Ey İbn-i Kâ’b! Beni kabre konduktan üç gün sonra görsen kim bilir ne kadar şaşıracaksın? O zaman karıncalar gözlerimi çıkarmış, gözlerim yanaklarımın üzerine akmış, ağzım burnum da kan ve irinle dolmuş olur. İşte o zaman beni hiç tanıyamaz ve daha çok şaşırırsın.

Şimdi bunları bırak da sen bana İbn-i Abbâs’ın Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den rivâyet ettiği hadîsi tekrar et...

(Hâkim, IV, 300/7706)

 

YARINA ÇIKACAĞINIZA SENET?

Halîfe Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- ile vezirinin geç vakitte görüşmesi için kandile ihtiyaç olur.

Vezir;

“–Yarınki istihkākınıza mahsûben lâzım olan yağı beytülmalden alsak olmaz mı?” diye sorar.

Halîfe;

“–Olur.” diyerek bir senet yazar ve veziri, kiler emînine gönderir. Kiler emîni senedi okuduktan sonra şöyle der:

“–Bu yalnız yarınki istihkākın senedidir, kifâyet etmez. Halîfenin, yarına çıkacağına dair de bir senet imzalaması lâzımdır ve o senedi de getirmeniz îcâb eder.”

Bu cevap üzerine çaresiz kalan vezir, kendi evinden tedarik ettiği yağ kandilini alarak tekrar halîfenin huzûruna çıkar ve görüşmek istediği meseleyi neticeye bağlar.

Mezîd bin Havşeb -rahmetullâhi aleyh- şöyle der:

“Hasan bin Ali ve Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh-’ten daha fazla (Allah’tan) korkan iki insan görmedim. Sanki cehennem o ikisinden başkası için yaratılmamıştı!” (İbn-i Sa‘d, V, 398)

MAHLÛKĀTIN HAKKI

Ömer bin Abdülaziz Hazretleri’nin bir katırı vardı. Onu pazarda çalıştırır, gelen parayla ihtiyaçlarını temin ederdi. Katırı çalıştıran işçisi, bir gün her zamankinden fazla para getirdi. İşçisine;

“–Bugün niçin böyle fazla para geldi?” diye sorduğunda;

“–Pazar kalabalık ve bereketliydi.” cevabını aldı.

Lâkin aldığı cevaptan tatmin olmayan Ömer bin Abdülaziz Hazretleri işçisine;

“–Hayır, öyle değil! Sen katırı çok çalıştırıp yormuşsun. Katırı, üç gün dinlendir.” tâlimâtını verdi.

  • Haramlar birer ateştir. Ona ancak (kalbi) ölüler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.

 

TEFEKKÜR DİYARI

Meymûn bin Mihran anlatıyor:

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- ile bir mezarlığa doğru gittik. Mezarları görünce hüzünlendi. Sonra bana dönerek;

“‒Ey Meymûn, bunlar atalarımın mezarlarıdır. Sanki dünyaya hiç karışmamışlar gibidir. Baksana, nasıl toprak altında kaldılar, mezarları eskidi, bedenlerini de toprak yedi bitirdi.” dedi.

Ardından da nemli gözlerle bir mezara bakarak;

“‒Vallâhi, şu mezara girip de azaptan emin olan kimseden daha büyük bir nimete kavuşmuş bir kimse düşünemiyorum.” dedi. (Gazâlî, İhyâ, IV, 868)

  • Allâh’ı zikrederek sohbet etmek çok güzeldir.
  • Allâh’ın nimetleri üzerinde tefekkür ise, ibâdetlerin en fazîletlilerindendir. (Ebû Nuaym, Hilye, V, 314; Gazâlî, İhyâ, VI, 45)

 

HUZÛRA VARDIRIR

  • Namaz, seni yolun ortasına kadar götürür.
  • Oruç, Padişah’ın kapısını açar.
  • Sadaka da, Padişah’ın huzûruna sokar.

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- kendisine;

“–Neyi seversin?” diye soranlara şöyle derdi:

“–Benim sevincim, yalnız mukadderattır.

Ben Allah Teâlâ’nın hükmünü severim...”

  • Medine’nin fakihlerinden Ubeydullah bin Abdullah -rahmetullâhi aleyh- ile bir mecliste bulunmak, benim için bütün dünyadan daha sevimli ve hayırlıdır.

Onun gibilerle oturup kalkmakla;

  • Akıl nurlanır,
  • Kalp huzura erer,
  • Edep elde edilir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

HZ. ALİ'DEN HİKMETLİ SÖZLER VE NASİHATLER

Hz. Ali'den Hikmetli Sözler ve Nasihatler

ÖMER BİN ABDÜLAZİZ (R.A.) KİMDİR?

Ömer Bin Abdülaziz (r.a.) Kimdir?

ÖMER BİN ABDÜLAZİZ (R.A.) VE HANIMININ TAKVASI

Ömer bin Abdülaziz (r.a.) ve Hanımının Takvası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.