Ömür Nimetini Ne İçin Kullandık?

İbadet Hayatımız

Ömür, sanki metrajı belli olmayan bir makara gibidir ki, nerede kopacağı veya ne zaman biteceği meçhuldür. Her insan, ölebilecek yaştadır. Nitekim bir kabristana gitsek, orada bizden daha küçük yaşta olmasına rağmen vefât etmiş nicelerinin mezarlarıyla karşılaşabiliriz.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Halkın Hakʼtan en uzak olanı, sonra yaparım deyip hayrı tehir edendir.”[1]

Dünyevî ihtiraslar peşinde ömür tüketip, uhrevî mesʼûliyetlerini, kulluk vazifelerini, ibadet, tâat ve hayırları yarınlara ertelemek, büyük bir aldanıştır. Zira yarını görüp göremeyeceğimiz meçhuldür. Hiçbirimizin bu hususta teminâtı yoktur. Kul için her gün, yarını olmayan son gün olmaya namzettir.

Bir kabristanı ziyaret ettiğimizde, kendimizden daha küçük yaşta vefat etmiş nice insanın kabrine şâhit oluruz. Demek ki ölümün yaşı yoktur. Her insan ölebilecek yaştadır. Dolayısıyla ecel senedinin meçhul vâdesine daha çok vakit olduğunu zannederek, âhiret hazırlığını ihmal etmek kadar derin bir gaflet olamaz.

Bu yüzden, namazı, haccı emekliliğe bırakmak; tevbeyi, sâlih amelleri ve kulluğu, geleceği meçhul yarınlara ertelemek, büyük bir hüsran sebebidir. Zira öyle bir gün gelecek ki, o günün yarını olmayacak!

Âhiretin sonsuzluğu karşısında deryadan bir damla hükmünde bile olmayan hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir. O hâlde “Hayat nedir?” suâline, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yükselecekse, böyle bir gafletle ziyân edilmiş fânî bir hayattan daha acı ne olabilir?..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Temmuz, Sayı: 353, Sayfa: 032