Önce Kendi Nefsine Öğüt Ver!

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur: “Önce kendi nefsinle meşgul ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma!” Kısacası önce kendine bak diyor...

Cenâb-ı Hak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i nübüvvetinden evvel kırk sene ilâhî terbiye altında yetiştirdi. Bu terbiyeden sonra tebliğ vazifesine başlattı. Zira insan, dâimâ şahsiyet ve karaktere hayran olur, hayranlık duyduğu kimseye îtimâd eder. Bir kimse hakkında, onun şahsiyet ve karakterine göre müsbet veya menfî hüküm verilir. Onun sözlerinden ziyâde, hâl ve davranışlarına, yani özüne îtibâr edilir.

Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de İslâm’ı tebliğe başlarken, evvelâ kendi karakter ve şahsiyetinin doğruluğunu, dürüstlüğünü tescil ettirdi. Safâ Tepesi’ne çıkarak kavmine:

“–Ey Kureyş cemaati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?” diye seslendi.

Onlar da hiç tereddüt etmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.

Yani muhataplarından; sözüne îtibar edilen, aslâ yalan söylemeyen, îtimâda lâyık, son derece güvenilir bir şahsiyet olduğuna dâir tasdik ve te’yid aldıktan sonra İslâmî hakîkatleri tebliğe başladı. (Buhârî, Tefsîr, 26; Müslim, Îman,)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mânevî terbiyesinde yetişen ashâb-ı kirâm da; sözde değil, özde sahâbî oldular. Onların hâl ve davranışları, dâimâ sözlerini te’yid ediyordu. İslâm ahkâmını ve ahlâkını bizzat kendi hayatlarında tatbik ederek, kāl ile beraber hâl ile de tebliğde bulunuyorlardı. Yani söylediklerini yaşıyor, yaşadıklarını söylüyorlardı. Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın:

“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözü de o örnek neslin taşıdığı gönül hassâsiyetinin bir tezâhürüydü.

Dolayısıyla bugün de İslâm’ı tebliğ mevkiinde bulunanların aynı şekilde “el-Emîn” ve “es-Sâdık” olmaları, şahsiyet ve karakterlerini tasdik ve tescil ettirmeleri, yani toplumdan âdeta bir hüsn-i hâl kağıdı alabilmeleri zarûrîdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 156

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.