Öp ki Geçsin!

ÇOCUĞUMUZ

Öpsek de geçse bütün sızılar, ne güzel olur.

Arkanızda, önünüzde, yanınızda sürekli birkaç kameranın kaydı altında yaşamak zorunda olsaydınız, ne yapardınız? Tamam, zaten ilâhî kamera kayıtta; fakat ona ek olarak bir de birkaç başka kamera olsaydı ve yapılan kayıtlardan, düzenli olarak size sizi seyrettirselerdi, nasıl olurdu? Çocuğu olan herkes, tam da bu durumda; çünkü her bir çocuk, anne ve babasının en sıkı tâkipçisi ve taklitçisi. İşte bu sebeple herkesin; fakat özellikle anne ve babaların, birileri tarafından sürekli gözetlendiği şuûruyla yaşaması gerekiyor.

BEŞ YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN DERDİ

Şimdi, elinde sürekli telefonla ve tabletle dolanmakta olduğu için yakındığımız çocukların, neler kaydettiğine bakalım:

Beş yaşındaki çocuk, babasından dert yanıyor: “Eve hep geç geliyor, gelince de hep televizyon seyrediyor. Benimle oynamıyor. Kanepede uyuyup kalıyor ve o uyuduktan sonra bile televizyon açık oluyor.”

Bu tip yakınmalar, küçüğünden büyüğüne neredeyse toplumun yarıdan fazlasından duyuluyor; fakat her ne hikmetse çoğu insan, şikâyet ettiği bu hayat tarzından kendini kurtaramıyor.

Çocukluğumu hatırlıyorum. Bir misâfirliğe ne zaman gitsek, herkes oturup televizyon seyrederdi. Hani misâfir misâfiri sevmez, ev sahibi hiçbirini derler ya, yalan! Bu televizyon öyle aziz (!) bir şeydi ki misafir de ev sahibi de hayrandı ona. Üstelik ağzını pek hayra açmazdı. Gözler önüne iç açıcı manzaralar koymazdı. Yalan da söylerdi üstelik. Hem ahlâksızdı. Ayrıca, insanı işinden gücünden alıkoyardı. Bazen, dizi filmleriyle namaz vakitlerini çalar, bazen arsızca şeyler yaparak seyredenleri utandırırdı.

Şimdi bakıyorum, o zamanlar sadece televizyonda sergilenen birçok fiil, bugün hayret verici bir şekilde, toplumda kabûl görüyor. Dinsiz îmansız bir televizyonun eğitiminden, dinden îmandan habersiz gibi yaşayan bir nesil çıkmış gidiyor. Üstelik her yaz sokaklarda, sanki bir magazin programından fırlamışçasına ilginç kılıklarla dolaşan kadınlar ve erkekler çoğalıyor. Önceleri, bir öpüşme sahnesi gördü mü yüzü kızaranlar, artık daha arsız sahneler karşısında bile renk değiştirmiyor.

"ÇOK BİLİYORSUN"

Hoşgörü ve insan hakları bünyesinden olmak üzere, her türlü sapkınlık ve ahlâksızlık, daha az yadırganıyor. Babalar, analar, dedeler, teyzeler, amcalar, hâsılı insanlarımız, istisnâsız hâlâ her akşam yine onun karşısına kuruluyor. O kadar ki işte, mâsumlar isyan ediyorlar bu duruma. Diğer yandan, mecbûren görüyorlar her şeyi. Sonra, neredeyse her evden aynı yakınma geliyor çocuklara dâir: Çok biliyorsun!

Bazı hassas anne ve babaların, kumanda ellerinde, acil durum görevlisi gibi, uygunsuz sahneleri örtmeye çalışarak seyrettikleri bu cihaz, çocukların gözünde, annelerini ve özellikle de babalarını çalan bir hırsız yıllardır. Üstelik artık televizyon yalnız değil! İnternet ve akıllı telefonlar da onunla birlikte… Ve ne yazık ki çocukların bahtsızlığı, anne ve babalarının sadece bedenen yanlarında olup ilgi, duygu ve bakış anlamında, bu cihazlara kilitli kalmaları. Kaliteli birliktelik yaşayamayan çocuklar mutsuz ve doyumsuz.

Üstelik birçok yetişkin, çocuklarına göstermekte aciz kaldıkları ilgiyi, onlara oyuncaklar, hediyeler almakla telâfi etmeye çalışıyor ve bugün, çocuk ve gençler için en makbul hediye, tablet ve telefon. Yine de herkeste bir huzursuzluk ve yakınma...

Doymanın, sadece ekmekle mümkün olduğunu zannedenler, çocuklarını, mideleri şişinceye kadar yedirip içirdiler. Doyurmanın, çeşit çeşit oyuncaklar ve her istediğini yapmak olduğunu sananlar da sevdiklerinin önüne ne diledilerse koyarak, iyilik ettiklerini düşündüler. Sonuç: Her an cinnet geçirmeye yatkın, sabırsız bir toplum.

"SADECE ÇİZGİ FİLM SEYREDİYOR"

“Sadece çizgi film seyrediyor” diyerek, çocuğunu televizyon başına terk eden annelerin, paket reklam aralarında ne gibi tedbirler aldıklarını ve çocuklarıyla beraber kaç kere çizgi film seyrettiklerini soruyorum. Zira batının, çoğu bataklık misâli kültürünün evlerimizi kuşatması, çizgi filmlerle başlamıştır ve yine çizgi filmlerle devam etmektedir.

Hacıyla hocayla dalga geçen, dindarları ahlâksız, terörist ya da üç kağıtçı insanlar olarak lanse eden, insanların zaaflarından faydalanıp kadınları sürekli bir meta gibi kullanarak piyasada yer edinen ve zaten, yıllar öncesinden de içler acısı olan görsel medyanın, şimdilerde iyice raydan çıktığı biline biline yine de çocuklara ve yetişkinlere berbat bir “Eğitimci!” olmaya devam edişini kederle seyrediyorum.

Müzik kanallarını, çocuğuma başka türlü yemek yediremiyorum bahanesiyle gün boyu açık tutan anneler, prensipsiz yaşamayı ve kolayına kaçmayı seçenler, ahlâkın, edebin, utanma duygusunun böylesine yıpranmasında, beraberce oturup seyrettikleri nice yanlış filmin etkili olduğunu fark edemeyen aileler… Her akşam, hayır şu kanal, olmaz bu kanal diyerek, kumanda savaşı yapmaktan bıkan, bunun yerine artık kumanda kavgası bile yapamayacak kadar birbirinden kopmuş, herkesin, elinde birer telefonla ayrı hayatlar yaşadığı insanlardan müteşekkil evler... Haber seyrede seyrede bozulan psikolojiler ve o bozuk psikolojiler rahatlasın diye açılan eğlence kanallarında, sanatçı sıfatıyla boy gösteren vücut teşhircisi, bozuk inançlı kadınlar ve erkekler…

BİLMİYOR MUYUZ?

İnsan bünyesi, kötülüğe de, iyiliğe de tiryaki olur. Neye tiryaki olduğumuzu fark ede ede, bu tiryakiliğin çocuklarımıza da bulaştığını böylesine açık göre göre, yine de neden içiyoruz? Kontrolü elimizde olmayan bir güç, ancak tehlikedir, bilmiyor muyuz?

Televizyon karşısında uyuyakalan, bilgisayar başında sabahlayan ebeveynler, gözlerinin içine baka baka, halı üstünde sızan çocuğunun vebâlini, biraz ilgi ve sevgiyle omzundan atmaya karar verse… İlgisizliklerini telâfî için aldıkları pahalı ve tehlikeli teknolojik hediyeler sebebiyle, vakitli vakitsiz, nice uyarıcıya mâruz kalan çocuklarının, çok erken yaşlarda nasıl büyük ahlâkî ve cinsel dejenerasyon yaşamakta olduklarını artık görse… Artık her çözümü paraya bağlamış kafalar, bir problem olunca, “Nankör! Yediği önünde, yemediği arkasında, bütün gün canımız çıkıyor çalışmaktan!” diyerek, nefsine avukat kesilmese, ne iyi olur.

Hayatını televizyon kültürüyle şekillendirmeye kalkan, anlamsız bir alma, yeme ve gösterme çılgınlığı içinde savrulan anneler, içinde oldukları girdabın farkına varsa… Artık herkes düşünmeye başlasa ve kendisine ezberlettirilen saçma sapan hayatları değil, inandığı değerleri yaşama gayreti içinde olsa…

ÇOCUKLAR ARTIK...

Çocuklar artık, zararı faydasına her zaman baskın gelmiş olan televizyon, bilgisayar ve akıllı telefonlar karşısında kontrolünü kaybeden anne ve babalar yerine, kontrollü, kuvvetli, irâdeli ve mutlu ebeveynler görse de onların hâllerini kaydetse… Artık görsek, sızlanıp durduğumuz çocuklarımızın aslında nasıl da bizi taklit etmekte olduklarını…

Artık birlikte namaz kılan, birlikte akrabâ ziyâreti yapan, beraberce pikniğe giden, sofra kuran, şükreden, sohbet eden insanlar olsak… Artık, sanki bütün dünyanın sorunlarını biz çözüyormuşuz gibi yalandan “Çok yoğunum!” demeleri bıraksak da en yakınımızda, ilgimize ve sevgimize muhtaç hâlde bekleşip duranları gerçekten programımıza alsak? Artık, öpsek de geçse bütün sızılar, ne güzel olur.

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 378, Ağustos 2017