Orhan Gazi Kimdir?
Orhan Gazi kimdir? Bursa’nın fatihi, 2. Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin hayatı...
İkinci Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin kısaca hayatı.
KISACA ORHAN GÂZİ KİMDİR? - Orhan Bey’in Kısaca Hayatı
Orhan Gazi, 1281 yılında doğdu. Babası Osman Gazi, annesi Kayı aşiretinin ileri gelenlerinden Ömer Bey’in kızı Mal Hatun’du. Orhan Gazi, sarı sakallı, uzunca boylu, mavi gözlüydü. Yumuşak huylu, merhametli, fakir halkı seven, ûlemaya hürmetli, dindar, adalet sahibi, hesabını bilen ve hiçbir zaman telaşa kapılmayan, halka kendisini sevdirmiş bir beydi. Sık sık halkın arasına karışır, onları ziyaret etmekten çok hoşlanırdı.
Orhan Gazi, Babası Osman Gazi’nin 1324’da vefatı üzerine beyliğin başına geçti. Orhan Gazi, 1346’da Bizans İmparatoru VI. Yoannis Kantakuzenos’un kızı Teodora ile evlendi. Ayrıca, Yarhisar Tekfur’unun kızı Holofira, Bilecik tekfuruyla evlendirilirken, düğün basılıp Holofira esir alındı ve Orhan Gazi ile evlendirildi. Müslüman olduktan sonra adı Nilüfer Hatun olarak değiştirildi; bu evlilikten, ileride Osmanlı Devleti’nin üçüncü hükümdarı olacak Murad Hüdavendigâr doğdu. 1360 Yılı başlarında vefât etmiştir
Erkek çocukları: Süleyman Pasa, Murad Hüdavendigâr, Ibrahim, Halil, Kasım
Kız çocukları: Fatma Hatun
İkinci Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin ayrıntılı hayatı.
ORHAN GAZİ (1324 - 1360) - Orhan Bey’in Hayatı
Orhan Gâzî, Osmanlı sultanlarının ikincisidir. Babası Osman Gâzî, annesi ise Anadolu Selçuklu Devleti Veziri Ömer Abdülaziz Bey’in kızı Malhun (Mal, Mala ve Kameriye diye de bilinir) Hatun’dur.
Orhan Gâzî, genç yaşından itibaren Bizans tekfurları ile yapılan gazâlara iştirâk ederek yetişti. Esir alınan Yarhisar tekfurunun Müslüman olan kızı Nilüfer Hatun ile evlendi. Orhan Gâzî’nin ve devlet ricâlinin şahsiyeti de, babası Osman Gâzî gibi Şeyh Edebali Hazretlerinin mânevî terbiyesi ile şekillenmiştir.
BURSA’NIN FETHİ
Orhan Gâzî, 1326’da Bursa’yı fethetti. Bu sırada ölüm döşeğinde bulunan babası Osman Gâzî, buna çok sevindi ve bir fermanla oğlunu yanına çağırttı. Orhan Gâzî de, babasının emrini alır almaz yanına koştu. Bir yanda hâfızlar, içli ve dokunaklı seslerle Kur’ân-ı Kerîm okumakta, bir yanda Ahî Şemseddîn, Ahî Hasan, Turgut Alp, Saltuk Alp ve diğer kumandanlar Osman Gâzî’nin yanına diz çökmüş gözyaşları dökmekteydiler.
OSMAN GAZİ’NİN OĞLU ORHAN GAZİ’YE VASİYETİ
Orhan Gâzî’nin geldiğini farkeden Osman Gâzî, eliyle işâret ederek O’nu yanına oturttu. Sonra etrafındakilere O’nu yerine tâyin ettiğini bildirdi. Evlâdlarına ve kumandanlarına, Orhan Gâzî’ye itâat edip, O’na bey’at etmelerini emretti. Ardından Orhan Gâzî’ye, Osmanlı Devleti’nin temel harcı mâhiyetindeki şu vasiyet ile son îkâzlarını yaptı:
“Oğul! Biricik vasıyetim şudur ki, Allâh buyruğundan başka bir iş işleme! Bilmediğini ehlinden sorup öğren! İyice öğrenmediğin bir şeyi yapmaya kalkışma! Askerlerine in’âm ve ihsânını eksik eyleme! Bil ki insan, ihsânın kuludur.
Oğul! Dîn işlerini her şeyden öne al! Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, dîn ve devletin güçlenmesine sebep olur! Bunun için ulemâya hürmette ve onların hakkına riâyette kusûr etme ki, şerîat işleri düzgün yürüsün!
Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet et; ikbâl ve yumuşaklık göster! Ancak dînî gayreti olmayanları, sefih hayat yaşayanları ve tecrübe edilmeyen kimseleri, sakın devlet işine yaklaştırma! Zîrâ yaradanından korkmayan, yaradılanlara merhamet etmez!
Zulüm ve bid’atlardan son derece uzak dur ki, seni yıkılışa sürüklemesin!.. Bil ki bizim mesleğimiz, Allâh yoludur ve maksadımız da O’nun dînini yaymaktır. Bizim dâvâmız, kuru bir kavga ve cihângîrlik dâvâsı değil, Allâh’ın dînini yüceltmekdir!. Cihâdı terketmeyerek rûhumu şâd et!..
Oğul! Benim hânedânımdan her kim doğru yoldan ve adâletten ayrılırsa, mahşer günü Peygamberimizin şefâatinden mahrûm kalsın!..
Oğul! Allâh rızâsı için devlet hizmetlerinde ömrünü tüketen sâdık adamlarına dâimâ vefâkâr ol! Onları gözet! Vefatlarından sonra da onların âilelerini koru!.
Devlete mânen güç veren fazîlet sahibi sâlih âlimlere hürmet, ikrâm ve ihsânda bulun. Diğer bir ülkede olgun bir âlimin, bir ârifin, bir velînin bulunduğunu duyarsan, onu nezâket ve tâzimle memleketine dâvet et! Dîn ve devlet işleri, onların bereket ve himmetleri ile istikâmetlensin!
Sakın orduna ve zenginliğine mağrûr olma! Benim şu hâlimden ibret al ki, şu anda güçsüz bir karınca gibiyim. Hiç lâyık olmadan, Allâh’ın birçok lutuflarına mazhar oldum!..
Sen de benim yolumdan yürü!. Allâh’ın ve kullarının hakkını gözet! Beytülmaldeki gelirin ile kanâat et! Devletin zarûrî ihtiyaçlarının dışında sarfiyatta bulunma! Senden sonra gelecek nesil, seni kendilerine örnek alsın! Zulme meydan verme! Dâimâ adâlet ve insaf üzere ol! Her türlü işinde Allâh’a sığın, O’ndan yardım iste ve O’na ilticâ et!.”
“BEYLİK SANA YARAŞIR”
Bu sözlerle de bizzat Osman Gâzî tarafından beyliğin başına getirildiği tekrar te’yîd edilen Orhan Gâzî, babasının vefatından sonra riyâset yükünün ağır mes’ûliyetinin idrâki ile büyük bir asâlet ve nezâket göstererek onu ağabeyi Alâaddîn’e teklîf etti:
“–Babamın bıraktığı tahta buyur sen otur!..” dedi.
Târihte eşine çok ender rastlanan bu tahta dâvet teklîfi üzerine ağabeyi Alâaddîn de, kendisinin almış olduğu mânevî ve yüce terbiye îcâbı gerçeği takdîr ederek:
“–Hayır! Cennetmekân babamız bu vazîfeyi sana tevdî buyurdu. Onun duâ ve himmetleri senin üzerindedir. O, kendi zamanında seni nasıl askerin başına serdar yaptıysa, şimdi dahî aynı vazîfe senindir; beylik sana yaraşır...” dedi.
OSMANLI DEVLETİ’NİN ANAYASASI
Yukarıda zikredilen Osman Gâzî’nin oğluna vasiyeti, 620 senelik cihan-şümûl bir devletin âdetâ anayasası olmuştur.
Orhan Gâzî, babasının bu yüce nasîhatlerini bir hayat düstûru olarak dâimâ cân u gönülden tatbik etmiştir. Bunun bir bereketi olarak da, kendisine, babasının bıraktığı vatan topraklarını altı kat genişletmek, yâni 16 bin km²’den otuz üç yıllık padişahlık müddeti sonunda 95 bin km²’ye ulaştırmak nasip olmuştur.
OSMANLI DEVLETİ’NİN ÖNÜNÜ AÇAN SAVAŞ
Diğer taraftan Orhan Gâzî, bir Osmanlı Sultanı ile Bizans imparatorunun karşı karşıya geldiği ilk harbi yapmış ve imparatoru açık bir şekilde mağlûb etmiştir. Adına Palekanon savaşı denilen bu harpten sonra Bizans, elinden çıkardığı yerler husûsunda herhangi bir direnç gösteremez bir hâle düşerek iyice zayıflamış ve Osmanlı fütûhâtının da önü batıya doğru açılmıştır.
Orhan Gâzî, babasının ihlâs ve irâdesini, ağabeyinin rızâsını ve ehlullâhın duâsını almıştı. Böylece O, kendisinden sonra asırlarca Osmanlı sultanları için müstesnâ bir örnek şahsiyet olmuştur. Yâni kısaca «Orhan şahsiyeti» diyebileceğimiz bir model insan, onun şahsında inşâ edilmiştir. O’nun, Bursa’da Orhaniye külliyesinin bir bölümü olarak yaptırmış olduğu câmînin kandillerini her sabah kendisinin yakması ve imâretinde fakîr-fukarâya bizzat hizmet ederek yemek dağıtması, bu model şahsiyetinin nümûne-i imtisâl bir tezâhürüdür. O’nun bu amel-i sâlih adımlarıyla, Osmanlı’da kurulacak olan binlerce vakfın zemîni teşkîl edilmiştir.
O, son derece dîndardı. İlâhî emirlere bağlılığı, kendisi için en büyük vecîbe edinmişti. Ehl-i irfânı, hâfızları çok severdi. Gâzî, san’at erbabı ve fakîrlere karşı cömert; mücâhidlere hürmetkârdı. Onlara ev yaptırır, rızıklarını te’mîn ederdi. Âlimlere değer verirdi. İnce fikirli, ileri görüşlü, âdil, şecâatli ve muhârip bir pâdişâhtı. Nâdir hükümdarlarda bulunan yüksek sıfatlara sahipti. İslâm seyyahı İbn-i Batuta:
“Zamanındaki Türkmen meliklerinin en ulusudur. Yüze yakın kalesi vardır.” demektedir.
İlk Osmanlı medresesi Osman Gâzî zamanında İznik’te açılmıştı. Müderrisliğe de, zamanın zâhirî ve bâtınî âlimi Dâvûd-i Kayserî tayin edilmişti. Bu zât, Muhyiddîn-i Arabî’nin “Fusûsu’l-Hikem”ini şerhetmiştir. Bu eser, tasavvufî telakkînin Osmanlı toprağı üzerinde yayılmasına bir zemin oluşturmuştur.
GEYİKLİ BABA’NIN DİKTİĞİ ÇINAR
Babasının hizmetlerini daha ileriye götüren Orhan Gâzî, halkının mânevî olgunluğunu sağlamak üzere ülkesinin her tarafında tekkeler ve zâviyeler yaptırmıştır. O zamanın dervişlerinden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhûrdur. Husûsiyle Geyikli Baba’nın diktiği o meşhûr çınar, Osmanlı’nın azamet ve kudretine sembol olmuştur.
Hâdise şöyledir:
Geyikli Baba, Uludağ’a yerleşmişti. Onun şöhretini duyan Orhan Gâzî, haber gönderip kendisini çağırttı. Ancak dağda geyiklerle dolaşan bu Allâh dostu, yapılan dâveti kabul etmedi. Ayrıca:
“–Sakın Orhan da bana gelmesin!” diye haber gönderdi.
Orhan Gâzî, merak edip hayretle sebebini sordurunca, şu cevabı aldı:
“–Dervişler basîret ehlidir. Ehl-i kalbdir. Yerli yerince hareket etmeleri zarûrîdir. Aksi halde istikâmetten inhirâf ederlerse, duâları makbûl olmaz. Sizlerse, ümmetin emanetçilerisiniz. Bu durumda sizler, serhad askeri, bizler de duâ askeriyiz. Zaferler, duâ askerleri ile serhad askerlerinin müşterek gayretleri neticesinde elde edilir. Bu muvaffakıyete ulaşma istikâmetinde serhad askerleri, nasıl harp ilmi ve cesâretle techîz ediliyorlarsa; duâ askerlerinin de, dünyâ meyil ve muhabbetinden uzak tutulmaları zarûrîdir. Dolayısıyla korkarım ki, benim sizin yanınıza gelişimle vâkî olması muhtemel olan atıyye ve ikrâmlar, dervişlerimizin kalblerine dünyâ muhabbeti sokar ve ukbâ muhabbetini azaltır. Böylece siz de biz de zarar görenlerden oluruz.
Sultanım! Ancak bilesiniz ki, vakti gelince görüşmemiz mukadder olur inşâallâh.”
Bir müddet sonra Geyikli Baba, Bursa’ya geldi ve Orhan Gâzî’nin avlusuna bir çınar dikti. Durumu sultana bildirdiler. Orhan Gâzî, derhal oraya geldi.
Geyikli Baba, O’na:
“–Teberrüken diktik. Durdukça, dervişlerin duâsı sana ve nesline makbûl ola.” dedi.
Orhan Gâzî, daha evvel kendisine gönderdiği mâlûmâta rağmen Geyikli Baba’ya gönlünden bir atıyye olarak İnegöl ve çevresini vermeyi teklîf etti. Ancak gözü ve gönlü tok olan Geyikli Baba:
“–Mülk Allâh’ındır. Ehline verir. Biz ehli değiliz.” diyerek kabûl etmedi.
Sultan, ısrar etti. Bunun üzerine Geyikli Baba, verileni kabûl etmemenin kibir olacağından korktu ve:
“–Şu karşıda duran tepecikten beriye olan yerler dervişlerin avlusu olsun!” dedi.
GEYİKLİ BABA’NIN İKRAMI
Ehlullâha hürmette kusûr etmeyip devletin temel harcını onlarla yoğuran Orhan Gâzî, Geyikli Baba’nın ikrâmını kabûlünden sonra büyük bir sevinç içerisinde onun ellerine kapandı; öptü, öptü, öptü...
İşte büyük bir imparatorluğun temelinde yatan ihtişam, kuvvet ve sır!..
Nice ordulara diz çöktüren bir sultanın, teb’asından bir velînin ellerine sarılıp sevinç ve huzûr gözyaşları içerisinde doya doya öpmesi, küçük bir hâdise olmayıp, gerçekten büyük fetihlerin mânevî ve ulvî bir temel harcı olmuştur. Târih şâhiddir ki, Osmanlı Sultanlarının Allâh dostlarına olan tâzîmi, kendilerine ihsân edilen te’yîd-i ilâhînin başlıca sebeplerindendir.
İşte bunun idrâkinde olan Orhan Gâzî de, görüldüğü gibi Geyikli Baba’nın hayır duâsını almış ve onun vefâtından sonra da ona bir türbe ve mescit yaptırmıştır.
HAZIRLIK SAFHASI
Orhan Gâzî dönemi, Osmanlı Devleti’ni istikbâle kudret ve azamet içerisinde taşıyacak ulvî mayanın hummâlı bir şekilde yoğrulduğu bir devredir. Bu devre, ileride yapılacak yeni ve büyük hamlelerin hazırlık safhasını teşkîl eder ki, îmânla kudretin o kolay kolay tutturulamayan terkîbi, mânevî büyüklerin mübârek elleriyle mâhirâne ve kalıcı bir sûrette gerçekleştirilmiştir.
Bu itibarla beyliğe, gerçek bir devlet olma husûsiyetini kazandıran kişi, Orhan Gâzî’dir.
O da, babası gibi Anadolu içerisindeki hesaplaşmalardan ziyâde küffârla gazâ ilkesini benimsemişti. Bu yolda gözlerini başta İstanbul olmak üzere tâ ötelere dikmişti. Bunun için kendisine “merzbânü’l-âfâk” (ufukların sahibi) ünvânı verilmiştir. Bir yerde bir aydan fazla durmayıp i’lâ-yı kelimetullâh yolunda sürekli cihâd üzre bir hayat yaşadığı rivâyet edilir. Bununla birlikte O:
“Mürüvvet, gazâdan efdaldir!” diyerek asıl fethini gönüllerde tecellî ettirmeyi tercîh ediyordu.
Dolayısıyla O’nun dâhiyâne siyâset ve güçlü hamleleri neticesinde kılıçların sağladığı zâhirî fütûhât, gönül fetihleri ile ebedîleştiriliyordu. Fethedilen yerlere en evvel, ehl-i kalb, sâlih ve velî zâtlar iskân ediliyordu. Onların örnek yaşayışları, belde halkının hidâyetine vesile oluyordu.
MANEVİ FETİH ORDUSU
Bu mânevî fetih ordusu velîler, kendi gönüllerinin zenginliğini, yeni fethedilen ülkelerin taşına toprağına olduğu kadar, insanların kalblerine de nakşediyorlardı. Böylece, tabandan tavana, halkdan devlete kadar bütün fertler, rızâ-yı ilâhîyyeye nâil olmak için, hizmet müesseselerinin ilk temellerini atıyorlardı.
Yeni fethedilen topraklarda yaşayan yerli Hıristiyanlar, Osmanlı halkının nezih yaşayışına, ahlâkına, bilhassa merhamet ve şefkat duygularına hayrân kalıyor ve bu keyfiyet de, yerli halkın Müslümanlaşmasını kolaylaştırıyordu. Orhan Gâzî’nin, İznik’in fethinden sonra halka gösterdiği muâmele, ahâlîyi mes’ûd etmiş, bu sebeple hicret vukû bulmamış, herkes bahtiyar bir şekilde yaşamıştır.
Bu adâlet dolu huzûr ve sükûnu duyan diğer hıristiyan şehirleri de, Osmanlı’nın kendi topraklarını da fethetmesini arzu ediyorlar, bunun için gizliden gizliye dâvet mektupları yazıyorlardı. Zîrâ başlarındaki zâlim tekfurlar, halka ezâ ve cefâda o derece ileri gitmişlerdi ki, artık kimsenin buna dayanacak tâkat ve gücü kalmamıştı. Hattâ tekfurların kendi âile efradları bile onların zulümlerinden bıkmış ve usanmışlardı. Nitekim Aydos kalesi, bizzat tekfurun kızının yaptığı gizli bir plân sayesinde Abdurrahmân Gâzî tarafından fethedilmiştir.
Bunun içindir ki, babasının izinde yürüyerek böyle büyük bir oluşa vücûd veren Orhan Gâzî, Osmanlı hükümdarlarının en büyüklerinden biri kabûl edilir.
O’nun yaptıkları, askerî, siyâsî ve idârî planda kendisini orta zamanların değil, yeni çağların devlet müessisleri arasına dâhil edebilecek çapta azametli ve büyüktür.
O’nun her işi hesaplı, her hareketi muntazamdır. O, gâyesine temkîn ve metânetle adım adım gitmesini bilen bir gâzîdir. O, açtığı gazâ ve fetih bayrağının câzibesi, mülkündeki adâlet, gönlündeki ihlâs ve samîmiyyeti ile dîn-i mübîne hizmet bereketi neticesinde Anadolu’daki siyâsî tevhîdin temel harcını, babası gibi mahâretle yoğurmaya devam etmiştir. Nitekim ehl-i küfrün, topraklarını fethetmesi husûsundaki teklifleri yanında, Selçuklu’dan kopan Anadolu beyliklerinin kuruluşlarından beri İslâm’ın birlik ve beraberliği rûhuyla hareket eden birçok muazzez ve müstesnâ şahsiyetleri, toprakları ile birlikte Osmanlı’ya iltihakta bulunmuştur.
OSMANLI DEVLETİ’NİN TEMEL GAYESİ
Temelini Kur’ân-ı Kerîm’e dâsitânî bir hürmetten alan bu devlet, daha sonra mukaddes emanetlere de sahip olunca, onları da târihte misli görülmemiş bir tâzimle muhâfaza etmiştir. Bu iki ihtirâm bereketiyle bu devlet, “Devlet-i ebed-müddet” ünvânı ile, altıyüz küsûr sene şanla şerefle hükümrân olmuştur. Bu azametli Cihan Devleti’nin temel gâyesi, “i’lâ-yı kelimetullâh” ve “nizâm-ı âlem” idi. Osmanlı, dünyâyı Kur’ân’ın rûhu, huzûru ve sürûru ile şereflendirerek, târihte emsalsiz bir sükûn ve adâlet devrine vücûd vermiştir.
Osmanlı’da mürşid-i kâmillerin feyz ve rûhâniyeti ile gazâ ve cihâd aşkı, bütün dünyâya karşı hidâyet sancağını dalgalandırıyordu. Tasavvufun mânevî terbiye merkezleri olan tekkeler inkişâf edip, halkı olgunlaştırıyordu. Bu da ekseriyâ, devletin yanısıra şahısların eseri olan vakıflarla gerçekleşiyordu. Fertlerde diğer-gâmlık, hassasiyet, rikkat-i kalb ve incelik, bir tabiat-ı asliyye halinde idi. Nefs engelini aşanlar, irşâd ve mânevî hizmetleri ile memleket için bereketli ilkbahar yağmurları hâlinde her tarafa feyz saçıyorlardı. Çünkü gönüller, toprak altında çürümez! Ceset çürür. Bu yüzden, o yüce gönüllerin eser ve ifâdesi olan müesseseler ebedîleşiyordu!
Fethedilen yerlerde câmîler, medreseler ve imâretler, ardarda inşâ ediliyordu. Devlet işlerinde ve adlî umûrda, şer’î esaslara riâyetle İslâm fıkhı uygulanıyordu.
İktisâdî refâh da, çok yüksekti. Nişancı Mehmed Paşa şöyle der:
“Halkdan yoksulluk, âcizlik ve zarûret tamamen kalkmıştı. Öyle ki zengin mü’minler, kendilerine vâcib olan zekât ve sadakayı infâk edecek kimseleri bulmakta güçlük çekiyorlardı.”
Diğer bir ifâde ile, Osmanlı Devleti, Şeyh Edebali Hazretleri ve emsâlinin mânevî mîmârlığı ile vücûda gelen kâ’bına varılamaz âbidevî bir cihan devleti olmuştu. Büyüklük hem maddede, hem mânâda gerçekleşmişti.
Kısa bir zamanda Osmanlı, o derece kudret ve ihtişâm kazandı ki, Orhan Gâzî, Bizans’ın içişlerine karışır ve dilediği kimseyi tahta geçirir, dilediğini de tahttan indirir oldu. Oğlu Süleyman Paşa, Rumeli’ye geçti ve oralara îmân meş’alesiyle sağlam bir yerleşme plânı uyguladı.
ORHAN GAZİ’NİN OĞLU SULTAN I. MURAT’A NASİHATİ
Babası Osman Gâzî’den aldığı emâneti, titizlik ve hassasiyet ile taşıyan Orhan Gâzî, oğlu Süleyman Paşa’nın bir kaza neticesinde vefatından sonra hastalandı. Veliahtlığa oğlu Murat Bey’i getirdi. O’na şu nasihatte bulundu:
“Oğul, saltanatının ihtişâmına mağrûr olma! Unutma ki, dünyâ Hazret-i Süleyman’a (a.s.) bile kalmamıştır. O’nun da tahtı, âkıbet vîrân olmuştur. Zîrâ her dünyâ saltanatı fânîdir!. Lakin yaşanan hayat, herkes için büyük bir fırsattır. Allâh yolunda hizmet ve Peygamberin şefâatlerine mazhariyet için bu imkân iyi değerlendirilmelidir!.
Dünyâya âhıret ölçüsü ile bakarsan, onun, ebedî olan âhıret seâdetini fedâ etmeye değmediğini görürsün!.
Oğul! Rumeli hıristiyanları rahat durmayacaktır! Sen o cânibe yürü! Kostantiniyye’yi ya fethet veya fethe hazırla! Diğer Türk beyleri ile iyi geçinmeğe çalış! Halk bizi istese bile, beyler beyliklerinden vazgeçmek istemez! Bir zaman daha giderler. Sonra olmuş bir meyva gibi avucuna düşerler. Anadolu’da gâile çıkmaz ise, Rumeli’de işini rahat halledersin!. Bunun için Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et! Cennetmekân babam Osman Gâzî, Söğüt ve Domaniç’den ibaret bir avuç toprağı, kısa zamanda bu siyaset ile güçlü bir beylik yaptı. Biz ise Allâh’ın izni ile beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha öteye götüreceksin!
Osmanlı’ya iki kıt’a üzerinde hükmetmek yetmez! zîrâ i’lâ-yı kelimetullâh azmi iki kıt’aya sığmayacak kadar büyük bir da’vâdır!.
Selçukluların vârisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın da vârisi biziz!..
Oğul! Kur’ân-ı Kerîm’in hükmünden ayrılma! Adâletle hükmet! Gâzîleri gözet! Fakirleri doyur! Dîne hizmet edenlere, bizzat hizmet etmeyi şeref bil!. Zâlimleri cezâlandırmakta gecikme! En kötü adâlet, geç tecellî edendir! Sonunda, hüküm isâbetli dahi olsa, geciken adâlet de, bir nevî zulümdür!
Oğul! Biz yolun sonuna geldik. Sen ise, başındasın. Allah saltanatını mübârek kılsın!..”
“Sakın bu geçici mülkte mağrûr olma! Aslâ şerîat yolundan ayrılma! Madem ki saltanat sahibi oldun, o halde memleketinde dâimâ adâletli ol! Âlemin nizâmını böyle te’mîn et ki, saltanatta dâim olasın!”
ORHAN GAZİ TÜRBESİ NEREDE?
Hâli, ahlâkı ve örnek şahsiyeti ile tarihin altın sahifelerine eşsiz bir sultan olarak geçen Orhan Gâzî, 1359 yılında vefat etti. Kabr-i şerîfi, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’tedir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları
- OSMAN GAZİ KİMDİR? OSMAN GAZİ’NİN HAYATI
- ORHAN GAZİ’NİN OĞLU MURAD’A VASİYETİ
- ORHAN GAZİ İLE GEYİKLİ BABA’NIN HÂTIRÂSI
- OSMAN GAZİ’NİN ORHAN GAZİ’YE VASİYETİ
- ZİRVELERE YÜRÜYEN SULTAN ORHAN GÂZİ
- ORHAN GAZİ’NİN ÇAĞLARI AŞAN ÖĞÜDÜ
YORUMLAR
Rabbimiz ümmeti muhammed e toparlanma nasip eylesin inşaallah. Gazzeye .Filistine ve darda kalan ümmeti muhammed e zaferler nasip eylesin inşaallah.
Mükemmel bir anlatım ile mükemmel hayatlar. Rabbim onlardan razı olsun bizleri onlara layık eylesin.
Allah hepsinden razi olsun. Bizleri onlara layik torunlar olma yolunda muvaffak kilsin