Örnek Şahsiyet Nasıl Olunur?
Hakk’a dâvet hizmetinde bulunurken tesirli söz söyleyebilmek ve hayırlı bir netîce elde edebilmek için, her şeyden evvel örnek bir karakter ve şahsiyet sergilemek lâzımdır. Zîrâ yaşanmayan ve örnek davranışlarla misallendirilmeyen hakîkatler, kuvveden fiile çıkma imkânı bulamaz.
Hayâta geçirilmeyen fikirler, kitap satırları arasında kalmaya mahkûm olur. O hâlde bir müslümanın İslâm’a yapabileceği en büyük hizmet, onu önce kendi hayâtına en güzel bir şekilde tatbik etmektir. Zîrâ söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmayan bir kimsenin insanları iknâ edebilmesi mümkün değildir.
Allah Teâlâ; kişinin sözü ile özünün, konuştuklarıyla yaptıklarının birbiriyle tezat teşkil etmemesini emretmiştir.(es-Saff, 2-3.) Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, böyle bir tezat içinde bulunanların hazin âkıbetini şöyle beyan buyurur:
“Kıyâmet gününde bir kimse getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o hâliyle değirmen çeviren merkep gibi döner. Cehennem ehli başına toplanır ve:
«Ey filân, bu ne hâl? Sen bize iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?!» derler. O da:
«Evet, size iyiliği emreder fakat kendim yapmazdım; sizi kötülükten sakındırır fakat kendim yapardım.» diye cevap verir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 10)
Başkalarına iyilikleri tavsiye ederken kendilerini unutan gâfillerin bu fecî âkıbeti, hepimiz için büyük bir ibret olmalıdır. Öğrendiğimiz ve başkalarına tavsiye ettiğimiz güzelliklerle evvelâ kendi hayâtımızı süslemeliyiz. Böyle yaşayan samîmî kimseler, yüzlerine bakılınca Allâh’ı hatırlatan sâdık ve velî kullardan olurlar. Nitekim ashâb- ı kirâm:
“–Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” buyurmuştur. (Heysemî, X, 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4)
YÜZLER VAR MELEK GİBİ... YÜZLER VAR NEMRUT GİBİ...
İşte bir bakıma bu hadîs-i şerîfin îzâhı mâhiyetinde, başımızdan şöyle bir hâdise geçmişti: Merhum Sâmi Efendi Hazretleri ve refâkatinde bulunan merhum pederim Mûsâ Efendi ile Bursa’dan İstanbul’a dönüyorduk. Yalova’da araba vapuruna binmek için vâsıtamızla sıraya geçecektik. Araçların kargaşaya mahal vermeden düzenli olarak sıraya girmesiyle alâkadar olan kâhyâ, bizim arabamıza da yer gösterirken gözü arka tarafta oturan Sâmi Efendi ve Mûsâ Efendi’ye ilişti.
Hergün yüzlerce sîmâ ile karşılaşan kâhyâ, şaşkınlık içinde bir an durakladı. Sonra yaklaştı. Arabanın camından içeriye daha dikkatlice baktı; derin bir iç çekti ve şöyle dedi:
“–Allah Allah! Ne garip dünya! Yüzler var melek gibi... Yüzler var Nemrut gibi...”
Velhâsıl, özüyle, sözüyle, hâl ve davranışları itibârıyla güzel örnek olabilmek, İslâm’ı tebliğ hizmetinde kullanılabilecek en tesirli bir lisandır. Bu lisan, hikmet ve ibretler sergisi olan kâinâtın, sessiz-sözsüz, fakat son derece fasih ve beliğ lisânı gibidir. Yine bu lisan, hakîkate teşne her idrâk tarafından anlaşılabilen “hâl lisânı”dır. Bu lisânı anlamayan hiçbir millet yoktur. Bu lisân ile konuşulduğunda kendisine ulaşılamayacak hiçbir insan mevcut değildir. Hâl lisânının sürçmesi ve hatâsı da yoktur. Gâyet sâde, özlü, berrak ve anlaşılır bir lisandır.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, dünyayı teşrîfindden itibâren müstesnâ bir hayat yaşamış, İslâm’ı tebliğe başladığında da her şeyden önce üstün ahlâkı ve nezih hayâtıyla örnek olmuştu.
Risâlet vazifesi kendisine tevdî edildiğinde, mes’ûliyetinin büyüklüğünden duyduğu endişe ile muzdarip bir hâlde bulunan Peygamber Efendimiz’i, zevce-i muhteremesi Hatîce vâlidemiz şu sözleriyle tesellî ve teşvik ediyordu:
“Asla korkma! Vallâhi Allah Teâlâ Sen’i hiçbir zaman utandırmaz. Zîrâ Sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru söylersin, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın, fakire ihsanda bulunur, hiç kimsenin veremeyeceği kadar verirsin. Misâfire ikrâm edersin. Hak yolunda zuhûr eden hâdiseler karşısında (insanlara) yardım edersin! Emânete riâyet edersin. Senin ahlâkın pek güzeldir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, Îman, 252; İbn-i Sa’d, I, 195)
Şüphesiz ki bu ifâdeler, âlemlere rahmet ve insanlığa örnek şahsiyet olarak gönderilen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, gönülleri fetheden sayısız güzelliklerinden sadece bir kısmını sergilemekteydi.
YAŞAYIŞINLA ÖRNEK OL
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İslâm’a dâvet mektubu kendisine ulaşan Umman meliki Cülendî, önce Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayâtı hakkında mâlûmat istedi. Efendimiz –aleyhissalâtü vesselâm-’ın yüce ahlâk ve fazîletlerini öğrendikten sonra da şöyle diyerek müslüman oldu:
“–Allah bana bu ümmî Peygamber’i tanımayı nasîb etti. O, hiçbir iyiliği, ilk defâ kendisi tatbik etmeden kimseye emretmiyor; her kötülükten uzak kalıyor ve insanlara örnek olarak o kötülüklerden nehyediyor. O mutlaka gâlip gelecek, kendisine mânî olunamayacaktır. Mutlaka üstün gelecek, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefâ gösterir, va’dini yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki, O bir peygamberdir.” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 262)
Hakîkaten Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir şeyi emrettiğinde bunu evvelâ kendisi yaşayarak örnek olur, ardından mü’minler de O’ndan gördüklerini bir ibâdet heyecanı içinde tatbîke çalışırlardı.
Bu, Allah Rasûlü’nün en büyük tâlim ve telkin metodu idi. Aynı zamanda bu keyfiyet, O’nun getirdiği dînin hak olduğunu gösteren en büyük delillerden biridir. Çünkü bir emir getirmiş, bunu evvelâ kendisi tatbik etmiş; bir şeyden nehyetmiş, bundan evvelâ kendisi uzaklaşmış; bir nasihatte bulunmuş, evvelâ kendisi o nasihatten hisse almış; insanları Allâh’ın azâbıyla korkutmuş, en çok korkan kendisi olmuş; Allâh’ın rahmetiyle ümidlendirmiş, ümid edenlerin önderi bizzat kendisi olmuştur…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR