Ortadoğu Sorunu Nasıl Ortaya Çıktı?

19. asırda Osmanlı’yı bertaraf etmek için emperyalist güçlerin giriştikleri bütün faâliyetler, başta İngiltere olmak üzere neticede Yahudî siyâsî emellerini gerçekleştirmek içindi. İşte bu emel, Osmanlı mîrâsının cetvelle çizilmiş küçük küçük parçalara ayrılmasını îcâb ettirmişti.

Yahudi devleti kurmak için Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen İngiltere, Şerif Hüseyin Paşa’ya büyük bir İslâm İmparatorluğu ve hilâfet vaad ederek onu Osmanlı’ya karşı isyana sevk etti. Ardından ona merkezi Mekke şehri olmak üzere küçücük bir “Hicaz Krallığı” verdi. Bir oğlunu, eski Roma harâbelerinin bulunduğu Ammân Köyü’nü merkez yaparak cetvelle çizilmiş hudutlarla ortaya çıkarılan Ürdün Devleti’nin, diğer oğlunu da krallık hâline getirilen Irak’ın başına geçirdi.

Halkının dili, dîni ve ırkı aynı olan bu üç ülkenin, coğrafî beraberliğe rağmen bir baba ve iki oğluna taksîm edilmesi, Filistin’e yerleştirilmesi plânlanmış bulunan yahudîlerin emellerini kolayca gerçekleştirebilmesi içindi. İşte bugün çalınmış ülke Filistin’de şâhid olageldiğimiz yahudî mezâlimi, Osmanlı’dan sonraki sahipsizlikle birlikte bir de böyle ırkî ve coğrafî olarak bölünmüşlüğün bir eseridir. Bir plânın fecî bir neticesidir.

İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN ve FİLİSTİN MESELESİ

Hiç şüphesiz Filistin’in ilk mazlumu 2. Abdülhamîd Han’dır. O, Filistin meselesinde büyük bir hassâsiyet göstermiş ve yahudîlerin ilk bakışta mâsumâne görünen arzu ve emellerine karşı basîret ve firâsetle tavır koymuştur. Abdülhamîd Han, kendisine Osmanlı’nın bütün dış borçlarını ödeme mukâbilinde Filistin’den toprak isteyen Teodor Hertzel’e:

“–Ben Filistin’den bir karış dahî toprak satmam! Zira bu vatan bana değil, milletime âittir. Milletim ise, oraları kanlarını dökerek kazanmış ve mahsuldâr kılmıştır. Şehîd kanları ile alınan vatan parçası, para ile satılamaz! Biliniz ki, ben canlı bir beden üzerinde sizin yapmayı plânladığınız hâin ameliyata aslâ müsâade etmem!” demiş ve bu tehlikeyi bertaraf etmek için çok ciddî tedbirler almıştır.

Onun gösterdiği bu irâde ve dirâyet karşısında bir şey yapamayanlar, bu koca sultânı tahttan indirmedikçe emellerine kavuşamayacaklarını anlayarak nihâyet o meş’ûm (uğursuz) hal‘i, 1908’de içteki birtakım gâfillerle gerçekleştirmişlerdir.

57 SENE NÖBET TUTAN ASKER!

2. Abdülhamîd Han’daki bu sahiplenişin Müslüman tebaaya yansıyan oldukça câlib-i dikkat tezâhürleri vardır. Bunlardan birine bir Mescid-i Aksâ ziyâretinde şâhit olan İlhan Bardakçı şöyle anlatır:

“Mescid-i Aksâ’ya girerken merdivenlerinde dimdik dikilmiş bir kimseye rastladım. İki metreye yakın boyu, iskeletleşmiş vücûdu üzerinde bir garip giysisi vardı. Yüzüne bakınca ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibiydi. Yanımda bulunan İsrail Dışişleri Bakanlığı Dâire Başkanı’na sordum:

«–Kim bu adam?»

Omuz silkti:

«–Bilmem, bir meczup işte!» dedi.

Bunun üzerine o adama yaklaşıp bilemediğim bir hisle:

«–Selâmün aleyküm baba!» dedim.

Bana, bizim o canım Anadolu aksanımızla cevap verdi:

«–Aleyküm selâm oğul!»

Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm, öptüm...

«–Kimsin sen baba?» dedim.

Keskin bakışlarıyla yüzüme baktı:

«–Ben, Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Kumandanı Onbaşı Hasan’ım!..» dedi.

Bu defa yüzüne baktığımda; bir minâre şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi bir sancak gibi geldi. Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:

«–Sana bir emânetim var oğul! Nice yıldır saklarım. Emâneti yerine teslîm eden mi?»

«–Elbette. » dedim.

Konuştu:

«–Memlekete avdetinde yolun Tokat sancağına düşerse, git burayı bana emânet eden kumandanım kolağası (yüzbaşı) Mustafa Efendi’yi bul! Ellerinden benim için bûs et (öp)! Bana gönül komasın! Ona de ki: “11. Ağır Makineli Tüfek Takım Kumandanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmîlim tamamdır kumandanım!” Ona böyle de!»

Öleyazdım. Onbaşı Hasan, tam 57 yıldır nöbetinin başındaydı...”

OSMANLI'NIN YETİMLERİ

Bu insan, sıradan bir meczup değil, bilâkis şuuraltında sadâkatle eski günlerdeki vazifesini devam ettirmeye çalışan, vefâkâr ve fedâkâr bir kimsedir. Zihnen muhtel olduğu hâlde onun şuuraltında beslediği ulvî hislere millet olarak ne kadar muhtâcız. Zira bugün sahipsiz kalan Filistin’in içler acısı hazin dramı, gözler önündedir...

Nitekim Halepçe’de Saddam Hüseyin’in zehirli gaz vererek öldürttüğü on bin Kürd’le birlikte şehîd evlâtları başında feryâdı ayyuka çıkan Filistinli kadınlar da, bugün Osmanlı’nın birer yetimidirler.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.