
Oruç ile Tutulmak!
Oruç yeme içmeden de bozulabilir mi? Orucun irâde terbiyesindeki yeri oruç ile tutulmak!
“Verdiğin bir yudum su olmazsa, ben bir «hiç»im Allâh’ım... Çiçek gibi soluyorum.” cümlesini söyleyerek beklediğim iftarlardan biriydi.
ORUÇ İBADETİ TESLİMİYETTİR
Bardağın buğusundan süzülen damlaya öylece daldım. Yüce Yaratıcı’nın varlığına îmân eden Müslümanların; helâl olan her şeye, Allah emretti diye, tâbiri câizse haram muâmelesi yaparak, teslîmiyetini ispat etmesiydi oruç ibadeti...
Oruç hâricinde bir sürahi su içmek bile haram değilken, oruçluyken abdest aldığımızda ağzımızda bir damla su kaldığında rahatsız olmak, meselâ! Ya da eşler arası muhabbet, küçük günahlara kefaret iken, oruçlu iken birbirimize dokunuşlarımızı bile kontrol altına alışımız gibi...
Yani Rabbimiz’e olan muhabbeti ispat etmek istercesine; “Sen istiyorsan, öyle emrettiysen, emrine teslimim Allâh’ım!” diye hisseden kalbimizin, bütün davranışlarımızı kontrol altına almasıdır oruç ibadeti…
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a bir defasında dînî hükümlerin, kişilerin mantığına göre olup olmayacağıyla ilgili birtakım şeyler sorulmuştu. O da şu cevabı verdi:
“Eğer din, kişilerin sadece mantığına göre olsaydı; ben, mestlerin üstüne değil, (yürürken kirlenen) altına meshederdim. Ama Rasûlullah Efendimiz giydiği mestlerin üzerini meshetmiştir. Biz kendi akıl ve mantığımıza değil, Rasûlullâh’a uyarız ve O’na uymakla emrolunmuşuzdur.” (Ebû Dâvûd, Tahâre, 63/162)
Din; vahiy, nakil ve akıl ile bir bütündür. Dînin kat’î emir ve yasaklarına gönülden teslîmiyet gerekir. Bizden önceki kavimlere de emredilmiş oruç ibadeti ile kul; helâl olana dahî, “Rabbimin emridir!” diyerek uzak durur, dokunmaz. İmsak ve iftar vakti arasında nefsini kontrol altına almayı öğrenir. Sadece yeme-içmeyi değil, cinsî birtakım davranış ve arzuları, kötü söz ve boş işleri de terk etmektir oruç… Bütün âzâları, Allâh’ın koyduğu sınırları aşmaktan korumaktır. Kulağı haram seslerden, gözü haram görüntü ve manzaralardan, dili gıybet ve kötü sözden, eli/ayağı Allâh’ın râzı olmayacağı yerlerden men etmek suretiyle, kulluğunu güzelleştirme, rûhunu arındırma azmidir.
Yurt dışında çocuklar üzerinde yapılan marshmallow testini bilirsiniz. Küçük yaş grubu çocuklar üzerinde bir deney yapılıyor. Bir tabak marshmallow önlerine konuluyor ve iki dakika yemeden beklemeleri isteniyor.
Odadan çıkan anne, kamera sisteminden çocuğu izlemeye başlıyor. Bazı çocuklar sabredebilmek için o tarafa bakmamayı tercih ederken, bir kısmı bu tatlının ucundan minicik koparmayı ya da dilini değdirmeyi deniyor. Bir kısmı gayet sakince sürenin dolmasını bekliyor. Bir kısmı hızlıca ağzına atıp yememiş gibi davranmayı seçiyor. Bu çocuklar büyüme aşamasında da takip edilmeye devam ediliyor. Ortaya çıkan neticede, kurala uyan, sabırla o vakti dolduran, nefsine söz geçirebilen çocukların hayata atıldıklarında da başarılı, disiplinli ve pozitif olduğu müşahede ediliyor. Şu basit deney, aslında bizim tuttuğumuz oruca benzemiyor mu?
Rabbimiz de bize, imtihan için gönderdiği şu dünyanın kurallarını ilâhî kitapları ve bizden seçtiği peygamberleri vasıtasıyla bildiriyor.
Aslında her ibadet, bir mânâda oruçtur. Oruç, nefsi, Allâh’ın yasak kıldıklarından tutabilme irâde ve becerisidir. Yoksa Yüce Yaratıcı’nın bizim açlığımıza elbette ihtiyacı yoktur. Nefis, azgın at misâlidir. Öldürsen işin görülmez, terbiye etmezsen binemezsin. İşte bu sebeple azgın atı, hizmetkâra çevirebilen insan, kulluğun tadına varır.
Oruca niyet eden insan, midesini aç bırakmaz sadece... Gıybete, tamamen “haram bir yiyecek” muâmelesi yapar ve o kötü sözleri ağzına almaz, kulağını da küfür ve hakaret sözlerine mâruz kalmaktan kaçarcasına gıybetten uzak tutar.
EYVAH! ORUCUMUZ BOZULDU
Hak dostlarından Abdullah Dehlevî Hazretleriʼnin oruçlu olduğu bir gün, yanında devrin sultanını kötülediler. Hazret:
“-Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu. Bir talebesi:
“-Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“-Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu. (Bkz. Abdülganî b. Ebî Saîd, Hüvelganî Risâlesi, 152)
Yani gıybetin bir esintisi bile, orucun feyz ve rûhâniyetini zedeliyor.
Modern psikolojide, yirmi bir gün istikrarlı devam edilen şeyin, bir davranış modeli hâli aldığından bahsedilir. Ramazan Ayı da, tâbiri câizse Rabbimiz’in kulunu bir aylık kampa alarak, insana kulluğunu daha güzele dönüştürmesi için verdiği müstesnâ bir fırsattır. Bir ay devam edilen bir düzen ile artık daha kolay bir şekilde istenen davranış modeli oluşabilir, oluşmalıdır.
İrâde bir istek değil, sistemdir. Sistem doğru kurulursa çalışır.
Her gece nefsini beslemek adına değil, teheccüd vaktinin mânevî ziyafetinden hissedar olmak için düzenli uyanmayı öğrenen kul; artık bu güzel hasleti devam ettirmek için çabalar. Midesi aç kalmasın diye muazzam sofralar kurmak için uzun vakitlerin harcanması, nefse hizmet etmekten başka bir şey değildir. Semâ kapılarının açıldığı vakitte, mânevî ziyafete tâlip olanın ilk önceliği, teheccüd namazı kılmak olmalıdır.
Rahmetin rûha değdiği kıymetli bir ibadet, elbette nefse ağır gelir. Fakat müslüman olmanın beş şartından biridir, oruç tutmak... Ramazan orucu dışında, nâfile oruçlar vesîlesi ile kul, hem Rabbimiz’in nîmetlerinin kıymetini, hem yoksulun hâlini, hem de nefsini terbiye etmenin/kontrol altına almanın yolunu öğrenir.
Kul, oruç tutmaz aslında. Oruç ile günahlardan tutulur, alıkonulur.
Tut beni ey oruç; tut ki ateş köprülerinden tamuya düşmesin tenim…
Rûhum sıkışıp kalmasın maddenin kasvet cenderesinde.
Îmânın saydamlığında aksın ilâhî nazarlar yüreklere;
Mumdan gemilerim yol alsın uçsuz bucaksız ateş denizlerinde… (Mustafa Nihat Malkoç)
Allâh’ım! Kulluğumuzu hakkıyla hissedip yaşayabilmek için; orucu lâyıkıyla idrâk ederek nefsini terbiye eden, bu sâyede sevip râzı olduğun kullarının arasına dâhil olanlardan eyle bizleri de… Âmîn.
Kaynak: Ayşenur Sever, Altınoluk Dergisi, Sayı: 469
YORUMLAR