Oruçluyken Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Oruç tutarken davranışlarımızda nelere dikkat etmeliyiz?
Ramazân-ı Şerîf’in lâyıkıyla ihyâsı yolunda en çok dikkat edilecek husus, şüphesiz ki oruç ibâdetidir. Oruç, bize dünyânın fânî nîmetleri elinden alınacak bir âhiret yolcusu olduğumuzu hatırlatır. Kur’ân’ın rûhâniyeti altında, bâzı fânî nîmetlerden mahrûmiyetle gerçekleşen bu nefis terbiyesi, ebedî cennet nîmetlerinin bir müjdecisi mâhiyetindedir.
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- bir gün:
“–Yâ Rasûlallâh, bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allah Teâlâ beni onunla mükâfatlandırsın." deyince, Efendimiz –aleyhhissalâtü vesselâm- cevâben:
“–Sana, oruca sarılmanı tavsiye ederim. Zîrâ o, misli olmayan bir ibâdettir.” buyurdular. (Nesâî, Sıyâm, 43)
Sahurların yüksek fazîlet ve kıymetine de şöyle işâret etttiler:
“Bir yudum su ile dahî olsa sahur yapınız." (Abdurrazzâk, Musannef, IV, 227/7599)
“Sahur yemeği yiyin, zîrâ sahurda bereket vardır." (Buhârî, Savm, 20)
Ramazan orucu, helâllerin bile bir riyâzat içinde kullanılmasının tâlimidir. Bu hâl, bize haram ve şüphelilerden ne kadar büyük bir titizlikle sakınmamız gerektiğini telkin etmektedir.
ORUÇLUYKEN HARAMLARA DİKKAT ET
Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“Namaz kılmaktan zayıflayıp yay gibi, oruç tutmaktan da eriyip çivi gibi olsanız da, haram ve şüphelilerden kaçmadıkça, Allah o ibâdetleri kabûl etmez.”
Orucun, haram ve şüphelilerden sakındırma husûsundaki bu terbiyevî yönüne dâir, Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyyurur:
“Oruç der ki: «–Allâh’ım! Bu kişi helâl lokmayı bile Sen’in emrine uyarak yemedi. Susuzken su içmedi. Bu kişi nasıl olur da harâma el uzatır?!»”
İşte oruç, içimizdeki nefis canavarını zabt u rabt altına alan ve böylelikle insanın derûnunda fıtraten meknuz olan merhamet ve şefkat duygularının inkişâfına zemin hazırlayan rûhî bir disiplindir.
Hakîkaten oruç; nîmetlerin kadrini bildiren, hamd ve şükre sevk eden, yoksulların hâlinden anlamayı öğreten, muhtaçların “acıyın bize” feryatlarına karşı gönüllerde merhamet akisleri uyandıran, şefkat ve merhameti bütün fânî sevdâların üzerine yükselten ve kimsesiz bîçârelere yardım hissini canlandıran, ulvî bir kulluk şuurudur. Yine oruç, gönüllerdeki ihtiras ve tamâ fırtınalarını dindiren ve sabır meziyetini tâlim eden ne güzel bir terbiye mektebidir.
BİRİ SANA SÖVERSE “BEN ORUÇLUYUM” DE
Nefisleri terbiye eden bu mektebin en mühim yönü de şüphesiz ki insana yaşattığı birtakım imtihanlardır. İnsan bu imtihanlara, doğru karşılık verebildiği ölçüde ve önüne çıkan engelleri sabırla aşabildiği nisbette orucun hakîkatine yaklaşmış olur.
Nitekim oruçluyken sabırla aşılması gereken bu imtihanlardan biri, hadîs-i şerîfte şöyle ifade buyrulur:
“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa «ben oruçluyum» desin.” (Buhârî, Savm, 9)
Esâsen insanlarla çekişip münâkaşaya girmek, hiçbir zaman tasvib edilecek bir tavır değildir. Kaldı ki oruçlu bir insansın böyle bir çirkinliğe bulaşması, tuttuğu orucun rûhâniyyetini zedeler, onun feyzini zâyi eder. Bu hususta her zaman takınmamız gereken tavrı, yüce Rabbimiz şöyle beyân etmektedir:
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63)
Bunun içindir ki oruç ibâdeti, rûhî bir derinlikle, mâlâyânîden el çekerek, nezâket, zarâfet ve hassâsiyetle îfâ edilmelidir. Yalnızca mîdeyi aç bırakmakla kâmil bir oruç tutulmuş olmaz. Makbul bir oruç, bedendeki bütün uzuvların haram ve şüphelilerden muhâfaza edilmesi yönünde nefsin dizginlenmesini gerektirir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzatlısı Ubeyd şöyle anlatır:
ORUÇLUYKEN DİLİNİZ KALBE SAPLANAN BİR DİKEN OLMASIN
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse gelerek dedi ki:
“–Yâ Rasûlallah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar.Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurun da oruçlarını bozsunlar.)” dedi. Allah Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar etti:
“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Çağır onları!” buyurdu. Kadınlar geldiler. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın, kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerahat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca, o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bunlar, Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular; haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Birbirinin yanına oturup, insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar.” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Yâni oruçlu iken ağza bir şey girmemesine dikkat edilmesi gerektiği gibi, ağızdan çıkan her söze de dikkat edilmelidir. Dilimiz kalplere saplanan bir diken değil, rahmet lisânı olmalıdır.
Gerçek ve feyizli bir Ramazan hayâtı yaşayabilmek için Kur’ân hikmetleriyle yoğrulmuş hassas bir gönle ve İslâm’ın güller yüzünü yansıtan mütebessim bir çehreye sâhip olmak gerekir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Öyle Bir Rahmet ki, Erkam Yayınları