Orucun Hak Katında Makbul Olması İçin Dikkat Edilecekler

Oruç

Orucun Hak katında makbûl olarak îfâ edilebilmesi için nelere dikkat edilmelidir?

Namazda olduğu gibi oruçta da kulu hassâsiyet ve ihlâsa yönlendiren pek çok incelik bulunmaktadır.

ORUCUN HAK KATINDA MAKBUL OLMASI İÇİN DİKKAT EDİLECEKLER

Nasıl ki namazı gayr-i ciddî bir şekilde ve gafletle kılanlar hakkında “yazıklar olsun”[1] itâb-ı ilâhîsi sâdır olmaktaysa, orucun da Hak katında makbûl olarak îfâ edilebilmesi için, kalbî bir kıvam ve huşû şarttır. Namaz, sür’atli kılınarak bir hazım vâsıtası, oruç da kuru bir açlık ve perhiz hâline getirilmemelidir.

Bunun içindir ki namazda olduğu gibi oruçta da kulu hassâsiyet ve ihlâsa yönlendiren pek çok incelik bulunmaktadır. Zira oruç ve namaz, yalnız bedenin değil, kalbin de iştirâk ettiği mânevî bir âhenk neticesinde kâmil bir sûrette îfâ edilebilir.

Orucun Hak katında makbûl olması için mîdenin açlığına ilâveten, dil, göz, kulak gibi diğer uzuvları da günahlardan muhâfaza etmek gerekmektedir. Nitekim, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı kirâm:

“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Yalan ve gıybetle...” cevâbını verdiler. (Nesâî, Sıyâm, 43)

Bilhassa -Kur’ânî ifâdeyle- “hümeze” ve “lümeze”, yani dedikodu-gıybet yapmak, kaş-göz hareketleriyle eğlenmek, mü’min kardeşini küçük düşürmek ve yalan söylemek gibi orucun rûhâniyetini zedeleyecek hâllerden sakınmak gerekmektedir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:

İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Yâ Rasûlâllah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.

Allah Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:

“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz:

“–Çağır onları!” buyurdu.

Kadınlar geldi. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:

“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftar edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır:

“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allâh’ın, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyâcı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8)

Dipnot:

[1] Bkz. el-Mâûn, 4.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları