Orucundan Kendisine Kuru Bir Açlıktan Başka Bir Şey Kalmaz

Oruç, kuru bir açlıktan ibaret değildir. Şayet bir kimse oruçluyken öfke patlamaları yaşıyor, sükûnet ve muvâzenesini kaybediyor, etrafındaki insanlara kaba davranıp kalp kırıyorsa; o kimse orucun ruh ve mânâsından uzak, kuru bir açlık asabiyeti yaşıyor demektir.

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Ere mi âşık cemâlin[1] nûruna,
Rahmetin, gufrânın[2] ayıdır Senʼin.
Vara mı sâdık visâlin[3] Tûrʼuna,[4]
Lûtf ile ihsânın ayıdır Senʼin…

Ramazân-ı Şerîf, ilâhî af berâtının alındığı mübârek bir aydır. Nitekim hadîs-i şerîflerde şöyle buyruluyor:

“Kim fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ra­mazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

“Kim, inanarak ve sevâbını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihyâ ederse, geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvîh, 46)

Fakat şunu da unutmamak îcâb eder ki, herkes Ramazan ayından, onun ihyâsı için gösterdiği gayret nisbetinde bir şehâdetnâme alacaktır.

Gufrân ayı olan Ramazân-ı Şerîfʼten affolunmuş hâlde çıkabilmek için, bu ayda ibadetlerimize ilâveten, bilhassa tevbe ve istiğfârı, samimî gözyaşlarıyla Rabbimizʼe ilticâ etmeyi artırmalıyız. Cenâb-ı Hakkʼın affını ve rahmetini celbedecek hâl ve davranışlar sergilemeye, daha fazla gayret göstermeliyiz.

Ramazân-ı Şerîf nasıl ki ilâhî rahmet ve mağfiretin coşup taştığı bir ay ise, müʼmin de bu ayda Allâhʼın kullarına karşı daha müsâmahakâr, anlayışlı, müşfik, merhametli, nâzik ve affedici olmalıdır. Affede affede ilâhî affa lâyık hâle gelmeye çalışmalıdır.

ORUÇ KURU BİR AÇLIKTAN İBARET DEĞİLDİR

Öte yandan, kimileri, oruç tutmanın kişiyi daha asabî/sinirli yaptığını iddiâ ederler. Orucun hakîkatinden gâfil olanlar da nefislerine hoş gelen bu kanaate kapılarak âdeta oruçluyken öfkeli olmayı normal kabul ederler. Hâlbuki bu, son derece yanlış bir anlayıştır.

Zira oruç, kuru bir açlıktan ibaret değildir. İbadet vecdiyle ve âdâbına riâyetle tutulan bir oruç, asabîlik sebebi olamaz. Bilâkis oruç, öfkeyi yenme, nefsi dizginleme, irâdeyi kuvvetlendirme tâlimidir.

Şayet bir kimse oruçluyken öfke patlamaları yaşıyor, sükûnet ve muvâzenesini kaybediyor, etrafındaki insanlara kaba davranıp kalp kırıyorsa; o kimse orucun ruh ve mânâsından uzak, kuru bir açlık asabiyeti yaşıyor demektir. Böyle kimseler;

“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz!..”[14] hadîs-i şerîfinin muhtevasına girme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Hâlbuki ilâhî emirlere ve nebevî tavsiyelere uygun şekilde oruç tutan bir mü’min; güzel ahlâka, edep, sabır, hilim, affedicilik, nezâket ve zarâfete her zamankinden daha fazla ehemmiyet vermelidir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri ona söver veya çatarsa «ben oruçluyum» desin.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm, 9)

Âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:

“Rahmân’ın (has) kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürürler, câhiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lâflarla sataştığı zaman, «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63)

İBRETLİK HADİSE

Şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir kişi gelip Hazret-i Ebû Bekir’e hakaret ederek onu üzdü. Fakat Ebû Bekir -radıyallâhu anh- cevap vermedi. O kimse ikinci defa aynı şekilde hakaret etti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ona hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen kalkıp yürüdü. Hazret-i Ebû Bekir de hemen ardından yetişerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, yoksa bana darıldınız mı?” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayır, darılmadım. Semâdan bir melek inmiş, o kimsenin sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)

Mâlum olduğu üzere Ramazân-ı Şerîf’te şeytanlar bağlanır. Lâkin toplumda münâkaşalar, kavgalar, kalp kırmalar, cürümler, hattâ cinâyetler -azalsa da- bitmez. Zira ham ve gâfil nefisler yine iş başındadır.

Dolayısıyla mü’min, midesine oruç tutturduğu gibi, nefsinin serkeşliğine meydan vermeyip onun dizginlerini de sımsıkı tutmalıdır. Zira esas mesele, nefis şeytanını bağlayabilmektir. Ramazân-ı Şerîf ve oruç, ham nefisleri terbiye edip rûhun irâdesini kuvvetlendirerek, insanı her fırsatta kötülüğe sevk eden nefsi kontrol altına almak için, müstesnâ bir mânevî eğitim vesîlesidir.

Lâyıkıyla tutulan bir oruç, âdeta rûhun giydiği bir ihram gibidir. Nasıl ki hac ve umrede ihramlıyken, refes, fısk ve cidâl, yani şehevî arzular, edep ve ahlâk dışı konuşmalar, fısk u fücûr ve münâkaşa yasaksa, oruçta da aynı durum söz konusudur.

Dolayısıyla oruçlu bir mü’min, kimseyi incitmeyip kimseden de incinmemeli, şahsına yapılan kusurları Allah için affetmeli, her zamankinden daha müsamahakâr ve anlayışlı olmalı, âdeta “melek sıfatlı” bir kul olmaya gayret göstermelidir.

Dipnotlar:

[1] Cemâl: 1. Yüz güzelliği. 2. Allâhʼın rahmetle tecellîsi.

[2] Gufrân: Allâhʼın affı.

[3] Visâl: Vuslat, kavuşma.

[4] Tûr: Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-ʼın Cenâb-ı Hak ile mükâlemede bulunduğu dağ.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2023 – Nisan, Sayı: 446

İslam ve İhsan

ORUÇ VE RAMAZAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Oruç ve Ramazan İle İlgili Ayet ve Hadisler

RAMAZAN VE ORUCUN FAZİLETİ

Ramazan ve Orucun Fazileti

RAMAZAN ORUCU İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Ramazan Orucu ile İlgili Ayet ve Hadisler

RAMAZAN ORUCUNU TUTANLARA BÜYÜK AF!

Ramazan Orucunu Tutanlara Büyük Af!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.