Osmanlı Mimarisi Bir İman Yansımasıdır

Osmanlı, sadece askerî fetih başarılarıyla değil, medenî birikimiyle de en köklü devletlerden biri oldu. Özellikle mimari alanda kullandığı İslami motiflerle kilisenin kasvetli mimari yapısını geride bıraktı. 

Osmanlılar askerî ve siyâsî dehâları yanında, kendilerini yüceltecek bütün medenî hamleleri de gerçekleştirme yoluna gitmişlerdir. Bilhassa on altıncı asırda bu hamleler, zirvelerin de ötesindedir.

Denilebilir ki, bu asrın ta­rihte “Türk Asrı” olarak adlandırılmasının sebebi, sadece bu asrı dolduran askerî ve siyâsî başarıların şa’şaa ve debdebesinden ibâret değildir. Bilâkis onlarla birlikte ilimde ve güzel sanatların bütün şûbelerinde de aynı mükemmelliğin hep birlikte gerçekleşmiş olmasından dolayıdır.

Hakîkaten bu asırda askerî ve siyâsî sahada Yavuz ve Kânûnî’nin emsalsiz dehâlarına paralel olarak ilimde ve güzel sanatların her şû­be­sin­de aynı ihtişâmın göz kamaştırıcı tezâhürleri müşâhede olunur.

Bu tezâhürlerin en büyüğü de hiç şüphesiz mîmârî sahadadır.

Osmanlılar, dün­yaca meş­hur büyük medenî faâliyetlerin vârisi olarak bu sahada mevcud olan tarz ve üslûpları en güzel şekilde yoğurmuş, dış tesirlerin ustalıkla eritildiği, sırf kendilerine has yeni ve mükemmel bir tarz ve üslûp geliştirmeye muvaffak olmuşlardır.

OSMANLI MİMARİSİ, KİLİSE MİMARİSİNİ GERİLERDE BIRAKTI

Neticede birer âbide hâlinde İslâm mâbedleri yükselmiş ve cemiyetle iç içe, huzur dolu, ulvî mekânlar inşâ edilmiştir. Bu mekânlarda Osmanlı mî­mâ­rîsi, Doğu mîmârîsini aştığı gibi Batı âleminin aydınlık mekânı arzulamayan ve karanlığı seven kilise mîmârîlerini de elbette çok çok gerilerde bırakmıştır.

İnsanın içini boğan ve rûhunu daraltıp dış âleme tamamen kapatan bir karanlıkla yapılan kilise mîmârîleri, Osmanlı mîmârîsi karşısında daha ziyâde kuru bir taş yığını hâlinde kalmışlardır. Zira Osmanlı mîmârîsi, her yönüyle îmânın bir in’ikâsı olarak gönlü huzurla dolduran bir aydınlık ve saâdet dolu mekânlar olarak tezâhür etmiştir.

Bu müstesnâ muvaffakıyet, bilhassa Koca Sinan’ın elinde kendi çağının bütün mîmârî hudutlarını en ileri bir seviyede aşmış ve ötelere açılmıştır. Böylece Osmanlı mîmârîsi, muhtemelen kıyâmete kadar aşılamayacak bir zirveye ulaşmıştır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.