Osmanlı’da Ayrılık Yanlısı Araplara Sesleniş
Kısaca Emir Şekip Arslan kimdir? Lübnanlı âlim, fikir ve siyaset adamı; Emir Şekip Arslan’ın Osmanlı’da ayrılık yanlısı Araplara seslenişi…
Emir Şekip Arslan (1869-1946) Lübnan asıllı bir fikir ve siyaset adamdır, şâirdir. Muhammed Abduh’tan fıkıh ve akâid dersleri almıştır. Fransızca ve Türkçe öğrenmiş, kaymakamlık yapmış, Libya'da İtalyanlara karşı savaşmış. Enver Paşa ile çalışmış, ümmetin Osmanlı hâkimiyetinde bütünleşmesi, onurlu ve huzurlu bir hayat sürmesi için canla başla gayret göstermiştir.
ARAPLARA SESLENİŞ
Emir Şekip Arslan’ın pek çok kitabı yanında “Araplara Sesleniş” isimli bir kitabı da vardır ki bu kitapta; Osmanlı'ya yani Devlet-i Aliyye’ye baş kaldıran, bağımsızlık isteyen Araplara karşı samimi ve mâkul îkazlarda bulunmuş, ümmetin birlik ve bütünlüğünün ancak Osmanlı'ya sadâkatle sağlanabileceğini dile getirmiştir. Onun bu konuda söylediklerini özetlemeye çalışalım:
‘‘İlk insandan bu yana Âdemoğlu çeşitli sebeplerle hep birbirleriyle rekâbet ve çekişme içinde olmuşlardır. Arapların büyük bir kısmı ırkçılıkla temayüz etmiş bir millettir. İbni Haldun'un dediği gibi; Arapları din kuvvetinden başka hiçbir güç bir arada tutamaz. Zaten tarih de buna şâhittir. Hem câhiliye hem de İslam sonrası dönem kavmiyetçilik kavgalarıyla geçmiştir. Bugün de Araplar arasında yaygın olan bir söz vardır: “Birleşmemek hususunda ittifak ettiler.”
Osmanlı'ya gelince; o, farklılığı ve çeşitliliği bünyesinde barındırmış, toparlayıcı ve kucaklayıcı bir devlet olma özelliğini dâima muhafaza etmiştir. Arap, Türk, Kürt, Laz, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahûdi gibi birçok millet aynı bayrak altında kendi varlıklarını, dillerini, tarihlerini sürdürmüşlerdir. İslam'ın adâleti ve devletin otoritesi iç ve dış ihânet ve komplolara karşı 600 sene İmparatorluğu ayakta tutmuştur.
Müslümanlar ne kadar farklılaşıp, başka dil ve lehçelerle konuşsalar da, din bağı onları bir ve beraber tutmaktadır. Din bağı sebebiyle farklılıklar hoşgörüyle karşılanmakta, uzaklar yakınlaştırılmaktadır. Bu yüzden Müslüman bir Arap, Türk veya Arnavut bir başka Müslümanı öz kardeşi gibi görmektedir. Rabbimiz de zaten bunu istemektedir; “Müminler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.” (Hucurât, 10)
Hazreti Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de müminleri şöyle tanımlamıştır: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olsa, diğer organlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalıklara tutulurlar.” (Buhârî, Edep, 27)
Osmanlı, Kur'an ve sünnette belirtildiği şekilde bu ümmetin birliğini dâima ön planda tutmuş, tebâsı arasında ayrılık gözetmemiştir. Osmanlı'nın tarihini okuyanlar bilir ki, onlar mukaddesâtı yüceltmişler, İslam davasına sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Öyle ki, Hulefâ-i Raşidin hariç, hiçbir Arap hükümdarı böylesine bir başarıya ulaşamamış, Peygamberî daveti bu kadar ileri götürememiştir.
Bilinmelidir ki, Türkler ile Araplar arasında din kardeşliği bağı mevcut iken Avrupalılarla bizim aramızda bu manada herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Üstelik ne din, ne de dünya işlerinde onlara güvenmek mümkün değildir. Bunu ispat edecek yeterince tarihi tecrübeye sahibiz. Avrupa, bizde herhangi bir zaaf gördüğünde, bizi o zaaf üzerinden vurmak için harekete geçer. Toparlanıp kendimize gelmemizi istemezler. Kaybettikleri toprakları geri almak için çeşitli desiselere başvururlar. Bu hileleri “medenileştirme” kisvesi altında tezgâhlarlar. Aklı kıt, menfaat duygusu galip olanlar da bu oyunun figüranı olurlar. Balkanların dağılması da, ırkçılığın ön plana çıkarılması, Osmanlı idaresi hakkında kötü algı ve propagandalar sayesinde olmuştur.
Avrupa, Müslümanların bağımsızlığını yok edebilmek için Osmanlı’nın yok olmasını beklemiştir. Osmanlı yıkılınca da muratlarına ermişlerdir. Bugün güya bağımsız gözüken pek çok İslam ülkesi aslında örtülü bir sömürge hayatı yaşamaktadır. Osmanlı bünyesinden koparılıp çıkarılan 22 ülkenin hiçbiri mutlu ve huzurlu değildir. Genellikle bu devletçikler emperyalizmin taşeronu olarak kullanılmaktadır.
Avrupa’nın İslam’a ve Osmanlı’ya karşı yürüttüğü savaş çeşitli şekil ve yöntemlerle devam etmektedir. Bizi zaafa uğratmak için âdeta birbirleriyle yarışmaktadırlar. Şayet İslam, hâmisini yani Osmanlıyı kaybeder de bu toprakların çocukları gavurlara ırgat ve köle yapılırsa o zaman Osmanlı’dan kurtulmak için çalışan Araplar, Adem-i Merkeziyetçi partizanlar ne yapacaklar? Kimden medet umacaklar?
TÜRK DOSTU
Türk dostu olan Şekip Arslan diyor ki; Allah göstermesin! Türklerin başına bir musîbet geldiğinde, bizim kuş tüyü yatağımızda bırakılacağımız sanılmasın. Şayet devletimiz, ülke dışında yabancı devletlerle savaşmak ve ülke içinde fitnelerle mücâdele etmek zorunda kalmasaydı, diğer devletler gibi hızlıca kalkınabilirdi. Devletimiz bir an olsun başını dert ve fitnelerden kurtaramamaktadır. Avrupa devletlerinin başına da böyle gaileler gelseydi tepetaklak düşerlerdi.
Bütün mesele, bu ümmetin Kelime-i Tevhid etrafında birleşmeleri ve aralarında güçlü bir İslam birliği kurmalarıdır. Bazıları bu birliği önemsememektedir. Hâlbuki Avrupa bile bu birliğin ne olduğunu bilmektedir. Hint ayaklanması karşısında İngiltere, dönemin padişahı Abdülmecit’ten, kendi nüfusunu kullanarak Hintli Müslümanların yatıştırılması için yardım istemişti. Bunun üzerine Sultan, İngiltere’nin hiçbir zaman yapamayacağı bir kolaylıkla halkı sâkinleştirmişti. Aynı şekilde Çin’deki bir ayaklanmayı da bastırmak için Sultan Abdülhamid’in nüfuzundan yaralanmışlardı. Sultan’ın mesajı Çin Müslümanlarına iletilmiş, sükûnet sağlanmıştır. Çin Müslümanlarıyla Osmanlılar arasında aynı dine mensup olmaktan başka bir bağı yoktur.
Mekke, Medine ve Kudüs’ü korumak, dışarıdan memleketimize uzanan elleri kırmak için Devlet-i Âli’ye destek olmak gerekir. Unutmamak gerekir ki, Araplar arasındaki rekabet ve düşmanlık Osmanlı yönetimi ile ortadan kalkmıştır. Şimdi de hiçbir Arap emiri birbirlerine karşı efendilik yarışına girmeden Osmanoğulları’na bağlı kalmalı, Bab-ı Âli’nin önünde boynu bükük durmalıdır. Bilinmelidir ki, İslam’ın izzetini ancak Osmanlı ayakta tutabilir.
YAHUDİLER BİLE ÜZÜLDÜ
Araplar akıllarını başlarına almalıdırlar. Selânik Yahudileri bile düne kadar Osmanlı devletine sâdık kalmışlar, Selanik’in Osmanlı’ya geri verilmesi için defalarca Avrupa devletlerine mürâcaât etmişlerdir. Hatta Yunan orduları şehre girdiğinde Yahûdilerin üzüldüğünü görünce onlara sitem edilmiş, bunun üzerine haham şunları söylemiştir: “Babasını kaybeden kişi, üzüntüsünü göstermek için bir müddet mâtem elbiselerine bürünmelidir. İnsan olmak bunu gerektirir. Biz de Osmanlıyı babamız gibi gördük. Çünkü İspanyollar bizi Endülüs‘ten kovduklarında, Osmanlı devletinden başka sığınacak yerimiz olmadı. Devlet de bizi İstanbul, Selânik ve İzmir’e yerleştirdi.’’
İnsaf, îzan, bilgi ve tecrübe sahibi olup üstelik Türk olmayan Emir Şekip Arslan’ın Osmanlı için söyledikleri aynen bugün Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Zaman ve şartlar değişse de meselenin esası ve özü aynıdır. İslam’a ve Müslümanlara karşı Avrupa’nın dünkü tavrı nasılsa bugün de aynıdır. Sahip oldukları teknolojik imkânlarla bu olumsuz tavır daha da artmış, karşılaştığımız her sıkıntıda bütün çıplaklığıyla kendini göstermiştir.
Unutmamak gerekir ki; Osmanlı olmasaydı, bugünkü Arap ülkelerinin çoğu, belki de tamamı batılıların işgali altında olur, halkının çoğu da Hristiyanlaştırılırdı. Unutmayalım: Dosttan inâyet, düşmandan hıyânet beklenir. Dostlara hâinlik, düşmanlara hâdimlik daha ne kadar sürecek? Osmanlı ve onların torunları olan bizler tesbihin ipi ve imamesini temsil ediyoruz. Bu bir ırkçılık değil, tarihin ve tecrübelerin ortaya koyduğu bir gerçekliktir.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465