Osmanlı'da Günlük Hayat Nasıldı?
Eski Türklerde “Evini cennet yapan, dişi kuştur!” tâbiri meşhurdu.
Anneler, kendileri müsrif olmadıkları için çocuklarına da aynı duyguyu aşılarlardı. Bu duyguyu alan çocuğun cebinde dâimâ para bulunur, ancak vâlideynleri tarafından kendilerine isrâf edip vara-yoğa harcamamaları, kimseden ödünç istememeleri, hem de fakirlere elden geldiği kadar yardım etmeleri telkîn edilirdi. Böylece çocuklar, diğergâmlığa alıştırılırlardı.
Kul hakkından, borçlanmaktan ve borçlu kalmaktan çok korkulurdu. Borçlu olan, açlığa bile râzı olurdu da yine borcunu vaktinde öderdi. Bu ahlâka sahip olduğu için istediği zaman herkesten ödünç alabilirdi. Çünkü dürüsttü, istikâmet ehli idi.
Kadın, evin hanımı olarak evin işleri ve çocuklarının terbiyesi ile mükellefti. Erkek de dış işleri ile meşgul olur, evin ihtiyaçlarını te’min ederdi.
Güzel bir dînî terbiye ile yetişen çocuk, gençliğinde değil âsî olmak, bilâkis herkesin takdirini kazanan, herkes tarafından sevilen, cemiyetin bir rüknü olurdu.
Kur’ân-ı Kerîm ve din dersi hocalarına ve hürmete şâyan zevâta çok hürmet gösterilirdi. Onlara yapılan tâzim, diğer insanlara yapılandan ziyâde olurdu.
OSMANLI'DA YEMEK KÜLTÜRÜ NASILDI?
Yemek mevzuu bugünkü gibi zihinleri işgal etmezdi. Herkes önüne ne konursa onu yer, Allâh’a şükrederdi. Kuru ekmek dahî yenilse büyük bir huzur içinde yenilir ve yemekten sonra “hamd duâsı” ihmâl edilmezdi. Pederimiz oldukça varlıklı olmasına rağmen çok günler et yemediğimiz olurdu da, yiyemedik diye bir noksanlık duymazdık. Ayrıca lüzumundan fazla tıka basa yenilmezdi. Ete karşı bugünkü gibi aşırı düşkünlük yoktu. Mide, kalp, mesâne ve ruhî hastalıklara pek ender tesâdüf edilirdi. Her semtte ancak bir doktor olurdu. O da o mahalleye kâfî gelirdi. Herkes namaz kıldığı, az yediği ve fazlaca yürüyüş yaptığı için, adaleler harekette olması bakımından, kireçlenme ve romatizma hastalıkları da az görülürdü.
Cuma günleri hafta tatili idi. Bütün resmî dâireler, mektepler, husûsî ve umûmî bütün müesseseler kapalı olurdu. Kimi istirahat eder, kimi gezerdi; bağlık-bahçelik ve ormanlık yerler tercih edilirdi. Kimi de evinin noksanları ve yapılacak işleri ile meşgul olurdu. Halkın çoğu yeni elbiseler giyerek cuma namazına giderdi. Bilhassa Eyüp Sultan Câmii çok kalabalık olurdu. Cuma namazı hutbesi kısa okunur, fazla uzatılmazdı. Farzdan sonraki on rekât da huzurla kılınır, tavuğun yem kaptığı gibi yatıp yatıp kalkılmazdı. İmam efendiler, bu hususta çok dikkatli ve hürmetli idiler. Namazın sebep ve gâyesinin ne olduğuna âşinâ idiler.
Çiçek sevgisi vardı. Herkes kendisi yetiştirir, büyütürdü. Memleket yeni işgalden kurtulmuş olduğundan, yaşanan umûmî fakirlik dolayısıyla çiçek yetiştirmek için saksı bile bulunmazdı. Ancak konserve kutuları gibi şeylerden istifade edilirdi. Meraklıları kendi emekleri ile yetiştirdikleri o çiçeklerdeki âhengi, revnaklığı ve kokuyu ruhlarına sindire sindire seyreder ve koklarlardı.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları