Osmanlı’da İnsanlar Nasıl Yaşardı?

Osmanlı zamanında/döneminde insanlar nelere dikkat ederdi, nasıl yaşardı? Osmanlı’da gündelik hayata/yaşama dair örnekler...

İnsanî muameleler cihetinden büyük bir fesâdın meydana geldiği yaşadığımız devirde, fazîletlerine, yüksek edep ve ahlâkına hayran kaldığımız Osmanlı cemiyetinin nelere dikkat ettiğini, nasıl yaşadığını bilmek pek ehemmiyet arz etmektedir. Bu sebeple ecdadımız Osmanlıları dikkatli şekilde tahlil etmek elzemdir.

OSMANLI DÖNEMİNDE İNSANLAR NASIL YAŞARDI?

Osmanlı cemiyetinde yüksek şahsiyetli insanların temeli, küçük yaşlardaki terbiyeyle başlardı. Ekâbir denilen yüksek mevkilerde vazife yapanlar, hali vakti yerinde olan tüccar ve memurlar, erkek evlatlarının idare ve terbiyesi için birer lala seçerlerdi. Bu çok eski bir Osmanlı âdetiydi. Nitekim Padişah şehzadeleri dahî bu usûlle yetiştirilirdi. Çocuklarına lala tutamayanlar bile evin hizmetini gören bir uşağı çocukla alakadar olması için vazifelendirirdi.

Lala seçiminde çok dikkatli davranılır, seçilecek lalanın yüksek ahlak ve fazilet sahibi, temiz, dürüst, çocuk terbiyesinde tecrübeli, cemiyet içinde tanınan, itimada layık olmasına titizlikle dikkat edilirdi. Nitekim çocuklar büyümeye başladıkça dışardaki akranlarıyla münasebet kurmaları kaçınılmazdı. Görüşülen bu kimseler kötü ahlaklı, terbiyeden yoksun kimselerse, çocukların da terbiyelerinde bozulma meydana gelebilirdi. Buna mâni olmak maksadıyla Osmanlılar bu hususa çok dikkat etmiş ve çocukların gelişme çağında itimat ettikleri kişileri lala olarak seçmişlerdir. Bu sayede Osmanlı insanı küçük yaşlarda yüksek meziyetlerle yetişmiştir. Öyle ki gençlere fikirleriyle yahut ahlakıyla zararlı olabilecek kişilere karşı zabıta dahi kendini vazifeli sayardı.

Çocuklar 5 yaşına vardığı zaman mektebe başlatılır, en yakın mektebin hoca efendisi konağa davet edilirdi. Belirli bir tertiple çocuğun mektebe başlama merasimi gerçekleşirdi. Mektepli olan çocuklar, yakınlar, akrabalar konağa çağrılır ikramlar verilirdi. Kur’an-ı Kerîm okunur, duâlar edildikçe çocuklar “âmin” derlerdi. Hoca efendi, çocuğa ilk dersini elifba cüzünden tâlim ettirirdi. Ardından hoca efendi dua eder, sonra mektebe başlayan çocuk, hocasının ve pederinin ellerini öper tekrardan dualarını alırdı.

Erkek çocukların aklının kemâle ermeye başladığı yaşlarında ise harp etmek hakkında bilgi verilir; kahramanlık, mertlik, yiğitlik, atılganlık gibi hisleri telkin etmek için “Feth-i Hayber” gibi İslam büyüklerinin kahramanlıklarını anlatan kitaplar okutulur, cesaret ve yiğitlik hisleri inkişaf ettirildi. Daha sonra yavaş yavaş silah kullanma, at binme, yüzme gibi şeyler öğretilirdi.

Kız çocukları okumayı ve dini vazifelerini öğrendikten sonra ev reisesi olabilmeleri için gerekli şeyleri öğrenmeye başlarlardı. Bu hususta titiz davranılırdı. Her ihtiyacın evden temini, ev işlerini ev hanımının tek başına yapabilmesi çok mühim olduğundan genç kız gelin gittiği evde çarşıya çıkmadan evi idare etmek üzere yetiştirilirdi. Çamaşır, yatak ve yemek takımlarını kendisinin yapması öğretilirdi. Öteden beri ekâbir yahud halk evlerinde bez dokuma tezgâhı muhakkak bulunurdu. Ev hanımları çarşaf, çamaşır gibi şeyleri kendileri üretirdi. Dışardan alınması ayıp görülürdü.

Osmanlı insanının kılık kıyafetinden mensup olduğu sınıf, mesleği gibi şeyler anlaşılırdı. Başta bulunan kavuklar, takan kimsenin hangi sınıfa mensup olduğunu gösterirdi. Tarikat mensuplarının sardığı sarıklar tac veya arakiye üzerine sarılırdı. Yeşil sarık Kadirî Tarikatı, siyah sarık Rifaî Tarikatı, kırmızı sarık ise Bedevî Tarikatı dervişlerine mahsustu. Mevlevî derviş ve şeyhlerinin sarıkları yeşil ve beyaz olurdu. Diğer tarikatların dervişleri de beyaz sarık sararlardı.

Osmanlı cemiyetinde mahalle kültürünün temeli sağlamdı. Mahalle erkekleri yolda birbirine rastlayınca selam vermeden geçmezlerdi. Mahalle gençleri de sokakta ihtiyar insanlarla karşılaşınca, karşılarına geçmez, bir kenara çekilir, geçmelerine müsaade ederlerdi. Çocuklar ise yolda bir ihtiyarla karşılaşınca, elini öper ve hayır dualarını alırdı.

Hastalığa yakalananların sık sık ahvalini sormaya pek dikkat edilirdi. Mahalle halkından hastalanan kimseye haber alınır alınmaz ziyarete gidilir, gevrek, ayva, portakal gibi şeyler götürülürdü. Eğer hasta fakirse yastığının altına gizlice para bırakılır, hatta hekim tayin edilip ilaç parası bile verilirdi. Hastaya, hanımından başka bakacak kimse yoksa, yalnız kocasıyla alakadar olabilmesi için evine mahallece piliç, et suyu, çorba gibi yemekler yollanırdı.

Osmanlılarda âdab-ı muaşeret ve nezaket kaidelerine pek ehemmiyet verilirdi. Sokakta rastlanılan ahbabı yüksek sesle ve adıyla çağırmak çok ayıp karşılanırdı. “Nereye gidiyorsunuz?” şeklinde kendini alakadar etmeyen sualler sorulmazdı. Sokakta tesadüf edilen ve konuşmak zorunda kalınılan kadının, yüzüne dik dik bakarak konuşulmazdı. Ekâbirden olanlar, fakir kimselere verecekleri parayı kendisi vermez, yardımcısına verdirirdi.

Misafirliğin belli bir adabı vardı. Misafirliğe gidilen yerde henüz ev sahibi gelmeden ve kendisine teklif edilmeden odanın başköşesine geçip oturulmazdı. Ev sahibi bir yere oturması için yer gösterse dahî ilk teklifte hemen oturulmazdı. Otururken odanın etrafına göz gezdirilmez yahud ayağa kalkıp duvardaki levhalar, resimler incelenmezdi.

Misafir ağırlandığı zamanda kılık kıyafete dikkat edilir, ev kıyafetleriyle karşılanmaz, misafir yanında başı açık oturulmazdı. Misafirlerle otururken onlarla alakadar olunur, sağ sola bakılmazdı. Misafirlerin yanında parmak çıtlatılmaz, esneme, gerinme gibi şeyler yapılmazdı. Sürekli kahkahayla gülünmez, misafirin sözü ikide bir kesilmezdi. Misafirle sakin bir üslupla konuşulur, dik ve yüksek sesle konuşmaktan imtina edilirdi. Söz arasında belli bir mevzudaki maharet ve bilgisinden bahsederek kendini methetmek hoş karşılanmazdı. Aynı şekilde alışverişten, masraflarından yahud hanımından bahsetmek ayıp karşılanırdı.

Konuşmanın belli bir zarâfeti vardı. İnce düşünülmeden konuşulmazdı. Konuşurken kendi evinden “konak” diye bahsedilmez, “fakirhane” denilirdi. Karşısındakinin evi içinde “devlethaneleri” şeklinde bahsedilirdi. Konuşurken başka tarafa bakıp cevap verilmezdi.

Yemek yerken de birçok hususa dikkat edilirdi. Yemeğe ev sahibinden önce oturulmaz, ondan evvel kalkılmazdı. Yuvarlak sofralarda kapıya karşı gelen yer en muhterem kimseye mahsustu. Ev sahibinden evvel yemeğe başlanılmazdı. Yemek yerken ağzını şapırdatarak yemek ve geğirmek gibi şeylerden imtina edilirdi. Hatta kimse kendi evinde dahî bunları yapmazdı. Ekmek ve yemek küçük lokmalarla yenirdi. Kaşığın tamamı ağzın için sokulmazdı. Sofrada insanların yüzüne bakılmazdı.

Osmanlı insanında bunlar gibi daha birçok incelik, zarâfet ve fazîlet saymak mümkündür. Kendini üstün görmeme, insanları rahatsız etmeme, incelik ve nezaket sahibi olma gibi hasletler ecdadımızın hayatında tezahür etmiştir. Esasen bu faziletlerin kaynağını anlamak hiç güç değildir. Menşei İslam ahlakı olan bu yüksek ahlak, asırlar boyu nesillere aktarılmış, insanları hayran bırakmıştır.

Faydalanılan kaynaklar: Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, haz. Kâzım Arısan, Duygu Arısan Günay, 1 bs. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2023.

Kaynak: Ahmet Atakul, Altınoluk Dergisi, Sayı: 470

İslam ve İhsan

OSMANLI TOPLUMUNUN SOSYAL VE KÜLTÜREL YAPISI NASILDI?

Osmanlı Toplumunun Sosyal ve Kültürel Yapısı Nasıldı?

OSMANLI ÖRF VE ADETLERİ

Osmanlı Örf ve Adetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.