Osmanlı’da Zekât ve Sadaka
Osmanlı ülkesi, bünyesini bir muhabbet ve şefkat ağı gibi ören vakıf ve benzeri hizmetler sâyesinde âdeta dilencisiz bir ülke hâline gelmiştir. Öyle zamanlar olmuştur ki, Müslüman zenginler zekâtlarını verecek fakir bulmakta güçlük çekmişlerdir.
Osmanlı vakıf müesseselerinin yaygınlığı ve yarışırcasına yapılan hayır-hasenat sayesinde dilenciliğin ne olduğu âdeta meçhuldür. Hattâ nüfusu iki milyona kadar çıkmış olan İstanbul’da ve umûmiyetle Türkiye ile Kırım’da hiçbir Türk dilenciye rastlanılmadığı, bilinen bir gerçektir. Nâdiren tesâdüf edilen dilenciler ise, başka milletlere mensup kimselerdir. Çünkü Osmanlılar’ın, öldükten sonra bile kimseye muhtaç olmamak için kefen paralarını dahî henüz hayatlarındayken ayırıp dâimâ üzerlerinde taşımaları, mâlûm ve meşhur bir âdet hâlindedir.
Corneille Le Bruyn’ın seyahatnâmesinden:
“...Türklerin hayrât ve hasenâta çok düşkün olduklarını ve hattâ Hıristiyanlardan çok daha fazla hayrât vücûda getirdiklerini inkâra imkân yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesâdüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenât vakıflarıdır.”
Comte de Bonneval’ın eserinden:
“İstanbul, civârıyla birlikte takriben iki milyon nüfusa mâliktir ki, Avrupa’nın en büyük şehirlerinden sayılması îcâb eder. İşte bu fevkalâde nüfus kesâfetine rağmen tek bir dilenciye bile tesâdüf edilmez! Yalnız darlık taslamak üzere sırf sadakayla geçinen goygoycular vardır! Ama onların da îtibarları yoktur.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları
YORUMLAR