
Osmanlı'nın İnsanı Yaşatan Kurumu
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun seçkin sahabîlerinin yürüdüğü yolu tâkip etmekte büyük bir dirâyet ve hassâsiyet göstermiş olan Osmanlılar, kendi dönemlerine gelinceye kadar belli bir ölçüde devam etmiş olan vakıf tesis etme fazîletinde zirveye ulaşmışlardır.
Gerçekten vakıflar, gerek kemiyet ve gerekse keyfiyet itibârıyla en büyük gelişmeyi Osmanlı devrinde göstermiştir. Osmanlılarda vakıf, millet sâyesinde kazanılan serveti, tekrar o toplumun istifâde ve hizmetine sunan bir vefâ müessesesi olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, meşrû yollardan edinilmiş mâlî imkânları, sırf kendisi ve âilesine tahsis etmek yerine, umûmun istifâdesine sunarak Allah rızâsını kazanma gâyesiyle vücut bulmuş müesseselerdir.
Derûnî ve yüce hislerle İslâm’ı en güzel bir şekilde anlayıp yaşayan bu aziz millet, yüreğindeki engin şefkat ve merhameti bütün cihâna vakıflar vâsıtasıyla sergilemiştir. Onlar, kurdukları binlerce vakıfla toplumu bir ağ gibi örmüş ve âdeta sarılmadık yara bırakmamışlardır.
OSMANLI MEDENİYETİ "VAKIF MEDENİYETİ"
Akla gelebilecek her sahada vakıf tesis eden Osmanlılar, kendi medeniyetlerini âdeta bir “vakıf medeniyeti” telâkkî ettirecek ölçüde hayır ve hasenât zenginliği ortaya koymuşlardır. Gerçekten vakıflar, Osmanlı Medeniyeti’nin bir alâmet-i fârikası sayılabilir.
Bu hususta o kadar ilerleme kaydedilmiştir ki, sadece insanların ihtiyaçlarını dikkate almakla yetinilmemiş, vakıf müessesesinde kökleşen İslâmî muhabbet, merhamet ve şefkat, hayvanları ve bitkileri bile şümûlüne alacak kadar genişlemiştir. Yaralı kuşlara, hasta hayvanlara ve göç edememiş olan leyleklere bakmak için tedâvi merkezleri kurulmuş ve bunların masrafları bu maksatla kurulan vakıflarca karşılanmıştır.
Bununla alâkalı olarak Osmanlı topraklarında geçirdiği zaman zarfında gördüklerinden dolayı hayretler içinde kalan Fransız Comte de Bonneval, şaşkınlık içinde:
“Osmanlı ülkesinde, verimsiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler bile görmek mümkündür.” demiştir.
Vakıf tesisi, mânevî bir olgunluk tezâhürü olduğundan, bu faâliyet, mürşid-i kâmillerin irşad ve rûhâniyetinden lâyıkıyla istifâde edebilen topluluklarda çok daha geniş bir sûrette gerçekleşmiştir. Çünkü diğergâmlık, cömertlik, ihlâs ve samîmiyet -kâmil mânâsıyla- rûhî olgunlaşmanın bir neticesidir. Osmanlı ictimâî hayâtında tekkeler birer mânevî terbiye merkezi olarak, oldukça yaygın bir müessese idi. Buralar, halkın “şifâhî kültür”ü aldığı ve ahlâkî olgunluk kazandığı birer merkez durumundaydı. O kaynaktan taşan mânevî feyz de, vakıf tesisini, ictimâî dayanışma ve yardımlaşmayı had safhaya ulaştıran ciddî bir müessirdi.
ECDADIN HAYIR MÜESSESELERİ
O derecede ki, bu feyizli hayır faâliyetlerinin neticesi olan müesseselerin pek çoğu, nice ihmâle rağmen hâlâ varlığını sürdürmekte ve bugünkü cemiyetimizin bile yaralarını sarmakta en esaslı müessirlerden biri olarak hizmetine devam etmektedir. Hakîkaten câmiler, çeşmeler, askerî kışlalar, hastahâneler, hattâ içtiğimiz sular ve daha isimlerini sayamadığımız nice hayır hizmetleri, mübârek ecdâdımızdan bugüne kalan muazzez emânet ve hâtıralardır.
Osmanlı’da vakıflar aracılığıyla yapılan hayır hizmetlerinin tatbikâtında riâyet edilen en mühim hususlardan biri de, yardım eden ve edilenin birbirlerini tanımamalarıdır. Bu sâyede hayır sahipleri riyâ illetinden kurtulup daha makbûl olan gıyâbî duâlardan da hissedâr olmuşlardır. Ayrıca bu yardım, mescidler ve tekkeler vâsıtasıyla tevzî edildiğinden, halkın inanç dünyasının güçlenmesine de vesîle olmuştur.
VAKIF İNSANLAR
Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıfların gerçek adedini tespit edebilmek çok zordur. Ancak bunların 26.300 kadarı tespit edilebilmiştir ki, bu sayı da ecdâdımızdaki diğergâmlığın ve hizmet rûhunun ihtişâmını göstermesi bakımından hayli ibretlidir.[1] Ayrıca bu vakıfların 1.400 kadarının hanımlar tarafından kurulmuş olması da, dikkat çekicidir.
Allâh’ım! Bizlere lûtfettiğin emânetlerin hakkını lâyıkıyla edâ edebilmeyi ve Yaratan’dan ötürü yaratılanlara hizmet eden “vakıf insan”lardan olabilmeyi cümlemize nasîb eyle! Âmîn!..
[1] “Osmanlı Devleti’nde vakıf kuran biri, vakfının şartlarını ihtivâ eden vakfiyesini kadıya tescil ettirdikten sonra İstanbul’da Defterhâne’nin ilgili bürolarına kaydettirirdi. Defterhâne sicillerine işlenen bu vakfiyeler, bugün Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu arşivde yirmi altı bin üç yüz vakfiye vardır. Ancak muhtelif vilâyet mahkemelerine âit bütün Şer’iyye sicilleri ve Tahrir defterleri tarandıktan sonradır ki, Osmanlı döneminde kurulmuş vakıfların sayısı yaklaşık olarak bilinebilir.” (Bkz. Prof. Dr. Ziya Kazıcı, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985, s. 43-44)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları
YORUMLAR