Osmanlı’nın “Medine Müdafaası” Nasıl Oldu?
“Medine Müdafaası, Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?” hatıratı Nâci Kâşif Kıcıman’a ait. Hicaz’da bizzat vazife almış bir istihbarat zabiti olan Nâci Bey’in samimi hatıratında kendinizi bulmanız mümkün.
“Tarihi kazananlar yazar.” demiş biri. Kim demiş, ne zaman demiş, niçin demiş bilmiyorum. Ama doğru demiş.
Tarih “kazananlar” tarafından yazıldı, biz kaybedenler olarak kazananların yazdığı şekilde okuduk, öyle kabul ettik. Nesillerimize de öyle aktardık, tarih işte budur dedik. Oysa yaşananlar, yazılanlar gibi değil. Hele ki kendi tarihimiz, müfredat dışı!
Aynen bu şekilde, Hicaz’ın, Arabistan’ın, Ortadoğu’nun tarihi de müfredat dışı. Zira müfredata göre, Araplar bizi sırtımızdan bıçaklayıp devletler kurdular. Onlar hainlerdir ve ebediyen ihanet içinde kalacaklardır.
Birçok “bağnaz” ulusalcının gözünde tarih Hicaz için böyledir. Oysa yaşananlardan çoğunun, çoğumuzun zerre kadar haberi olmuyor, eğer ki okumazsak.
Ben de zihnimi tazelemek, tarihimi özünden öğrenmek adına “Medine Müdafaası, Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?” hatıratını okudum. Bu hatırat Nâci Kâşif Kıcıman’a ait, yani Hicaz’da bizzat vazifede bulunmuş bir istihbarat zabitidir. Öyle düzenli ve samimi bir hatırat ki, kendinizi içinde bulmamanız mümkün değil.
Elbette hatıratımızın kahramanı, Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa ve Paşa’nın Medine’yi korumak için yaptıkları anlatılıyor hatıratta. Medine ve çevresi ne durumdaydı, nasıl isyan başladı, neler yaşandı ve Medine nasıl elimizden alındı, hepsi tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor.
Dahası Nâci Kâşif Bey, bölgedeki emirlikler hakkında da malumat vererek nasıl bir ortam olduğunu da gayet güzel bir şekilde açıklıyor.
KUTSAL TOPRAKLARDA İNGİLİZ PLANI
“Yakın tarihimizin gerçekleri, yıllardır devam eden yalan, tahrif ve mednedsiz değerlendirmelerle o hale gelmiştir ki; müdekkik kimselerin dahi meseleleri bütün vuzuhu ile kavrayabilmeleri adeta imkansızlaşmıştır. “Gidenlerin” amil oldukları vakaları “gelenlerin” keyif ve siyasetlerine göre tefsir ve tevil ederek meddahlığını yaptıkları “yeni zihiyete” tarihi bir esbab-ı mucibe kazandırmak gayretkeşliğine kapılan kalemşörlerin üzerinde en çok söz ettikleri meselelerden biri de “Arap İhaneti(!)” meselesidir. Bunların iddialarına göre Birinci Cihan Harbi esnasında Halife’nin cihad davetine rağmen Müslüman Araplar, bizim silahlarımızı bize karşı kullanarak Türk Devleti’ni arkadan hançerlemişlerdir. Bununla demek isterler ki; artık “din kardeşliği” veya “mukaddes bağlar”ın modası geçmiştir. Şurası muhakkatır ki bunu yazıp söyleyenlerin Cihan Harbi esnasındaki “Arap Harekatı” hakkında muhtasar bir malumatları bile yoktur.
Bu hadiselerin içinde yaşayan ve gördüklerini bir “objektif” sadakatıyla tesbit ve nakletmek hususunda cidden takdire şayan bir dirayet ve kabiliyet gösteren bu hatıratın sahibi muhterem Nâci Kâşif Kıcıman’ın anlattıkları göstermektedir ki bugüne kadar “Arap İhaneti” diye din ve mukaddesat aleyhtarlarının anlata anlata bitiremedikleri hadisenin amil ve faili, sadece ve sadece İngiliz iğfalatına kapılmış bulunan Şerif Hüseyin Paşa ile onun etrafındaki bir avuç bedeviden ibarettir. Nerede milyonlarca Arap kitlesi, nerede bu bir avuç insan!
Bu hatıratta açıkça görülmektedir ki, asıl Arap kitlesi Şerif Hüseyin Paşa ile Osmanlı askerleri arasındaki çatışmanın tesir sahası dışında yaşamakta ve dönen dolaplardan habersiz bulunmaktaydı. Hatta devlet kurmak ve baş olmak sevdasına kapılarak metbuuna isyan eden Şerif Hüseyin Paşa’ya mukabil bu bölgenin en nüfuzlu emirlerinden İbn-ür Reşid ve Süleyman Paşa Refâde gibi, sonuna kadar sadakattan ayrılmayıp, Türk askerlerinin yanında, ırkdaşı bulunduğu hainlere karşı cansiperane çarpışanlar da çıkmıştır. Buna rağmen netice olarak Ceziret-ül Arab’ı kaybedişimizi dikkate alarak isyana büyük bir kitlenin katıldığını sananlar aldanılar. Zira bu netice, doğrudan doğruya oradaki mücadelenin değil, diğer cephelerdeki siyasi ve askeri hadiselerin eseri olarak ortaya çıkmıştır. Bilhassa “Filistin Cephesi”ndeki ani çöküşün Arap isyancılarının muvaffakiyetinde belli başlı bir amil olduğu meydandadır.
AH ETMEMEK MÜMKÜN DEĞİL!
Kitabın son bölümünde Nâci Kâşif Kıcıman bir tespitle hatıratını noktalıyor. Öyle ki, âh etmemek mümkün değil:
“Cemal Paşa Kanal Harekatı’na girişip Mısır’ı fethetmek ve Enver Paşa’dan büyük olduğunu ispat etmek sevdasına düşmemiş olsaydı Lübnan, Kudüs, Şam, Amman, Tebük, Medine, Tehame, Asir, San’a ve Bab-ül Mendep Boğazı üstünde Lâhiç bölgesindeki Osmanlı Orduları müdafaalarına devam edecek ve İngilizlere esir düşmeyeceklerdi. İşte böylece Enver Paşa ile Cemal Paşa arasındaki nüfuz kavgası Haleb’in güneyinde bulunan Osmanlı topraklarının İngilizlerin eline düşmesini intac etmeyecekti!”
NACİ KAŞİF KICIMAN
Velhasıl, bu hatırat bence ecdadımızdan kalan bir mirastır. Bu mirası sahiplenir ve bilirsek, ecdadımızın kanlarıyla suladıkları, huzuru asırlarca yaşattıkları topraklara yeniden huzuru temin için adım atabiliriz. Yeniden kolumuzu kanadımızı açabiliriz. Yeter ki bizi vurdukları zincirleri parçalayalım!
Kitabı temin etmek için tıklayınız
Kaynak: Muhammed Murat Tutar, Genç Dergi