Osmanlı'nın Tek Gayesi!

Kânûnî Sultan Süleyman, millet ve askerin hissiyâtına riâyetkâr olduğundan, herkesçe çok sevilirdi. 46 yıl süren saltanatı müddetince de Allâh’ın dînini yüceltmekten başka bir gâyesi olmamıştır.

Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerinin yanında çeşitli dînî eserleri de bulunan, müderrislik, kadılık, kazaskerlik va­zi­felerinden sonra “şeyhülislâmlık” da yapan büyük âlim Ebussuûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde Şeyhülislâm’dı.

Bir gün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetvâ istedi:

Dırahta ger ziyân etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca?

Pâdişâh’ın bu fetvâ talebi üzerine, Ebussuûd Efendi de, bir beyitle şöyle cevap verdi:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca;

Süleyman’dan hakkın alur karınca!..

Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir mânevî terbiyeden geçmiş bulunan Kânûnî Sultan Süleyman Han, hem dirâyetli bir kumandan, çok zekî, teşkilâtçı bir devlet adamı ve hem de âlim ve edip bir şahsiyetti.

DİN VE DEVLET ALEYHİNDE OLAN İŞLERİ HİÇ AFFETMEZDİ

Devlet adamlarını seçip va­zi­felendirmede çok mâhir idi. Son derece müsâmahakâr olmasına rağmen, dîn ve devlet aleyhine olan hareketleri hiç affetmezdi.

Millet ve askerin hissiyâtına riâyetkâr olduğundan, herkesçe çok sevilirdi. 46 yıl süren saltanatı müddetince Allâh’ın dînini yüceltmekten başka bir gâyesi olmamıştır.

Onun, tebaasına karşı gösterdiği adâletin şu tezâhürü ne kadar takdîre şâyandır:

Mısır vâlisi Mehmed Paşa, İstanbul’a gönderilen yıllık tahsîsâtı, bir defasında belirlenen miktardan fazla olarak göndermişti. Bu durum üzerine Kânûnî, beklendiği gibi vâliyi takdir ve tebrik etmedi. Aksine şüphe ve hiddetle:

“–Acep bu paşa, bizim gözümüze girmek için Mısır ahâlîsine ağır külfetler mi yükleyip bu kadar para topladı?. Böyle ise halka zul­met­miş demektir...” diyerek paşayı İstanbul’a çağırttı.

Kânûnî, paşayı ciddî bir sorgulamadan geçirdi. Neticede paşanın yaptığı îzahları zâhiren kabûl ettiyse de, kalben mutmain olmadığı için Mısır’dan gelen vâridâtın fazlasını su kemerleri tâmirâtı gibi umûmî hayır hizmetlerine aktardı.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.