Osmanlı’nın Unuttuğumuz Âdetleri
Osmanlıların edeb, nezâket ve terbiye husûsunda ulaştıkları seviye, hiçbir milletle kıyaslanamayacak derecede yüksektir. Onların muâşeret âdâbı, misli görülmemiş bir mükemmellik ve incelik arz eder. Bunlar, millet ve mezhep ayrımı yapılmaksızın bütün insanlara karşı aynen riâyet edilen rûhî ve vicdânî bir kanun mesâbesindedir.
Osmanlı demek, imrenilecek edeb ve nezâket timsâli kimse demektir. Bu vasıfların sayısız tezâhürleri vardır.
Osmanlılar, husûsiyle can ü gönülden bağlı bulundukları İslâm’ın kin ve garazı yasaklaması münâsebetiyle her cuma ve bayram günlerini, birtakım küskünlük ve kırgınlıkları kaldırmaya ve aralarındaki kusurları affedip barışmaya vesîle hâline getirmişlerdir. Merhametlerinin muktezâsı olarak şahsî münâsebetlerde kin gütmeyip af yolunu tutmuşlardır.
OSMANLI ÂDETLERİ
Villamont şöyle der:
“...Her kimin bir düşmanı varsa gidip ondan af dilemekle mükelleftir. Öteki de el öpmeden ve musâfaha da etmeden evvel affettiğini söylemek mecbûriyetindedir. Aksi takdirde bayramlarının mübârek olması mümkün değildir. Bu esasa riâyet etmeyen kimseler ise, neredeyse fâsık telâkkî edilirler.”
OSMANLI’DA GÖRGÜ KURALLARI
Ecdâdımızın sâhip olduğu edeb, nezâket ve terbiyenin sayılamayacak kadar çok tezâhürü vardır. İslâm’la yoğrulan Osmanlı mülkünde:
1) Avrupa halklarında mevcud olan küstahlık, taşkınlık ve sokak kavgaları yoktu. Sokaklar, gâyet sâkin ve emniyet içindeydi. Hiç kimse yerlere tükürmezdi.
2) Konuşanın sözü kesilmezdi. Konuşan da, son derece vakar ve sekînet-içinde olurdu. İfâdeleri gâyet zarif ve düzgündü. Bunları gören Charles MacFarlane şöyle demekten kendini alamaz:
“Bu milletin konuşması, ne kadar güzel ve mükemmel! Öyle ki, bütün medenî milletlere örnek olabilir.”
3) Oturuş, kalkış ve yürüyüş, hep müstesnâ bir nezâket ve vakar arz ederdi.
4) Yaşlılara hürmet, kusursuz ve pek yüksekti.
5) Hanımlara karşı hürmet ise, umûmî bir an’aneydi. Âileden olmayan hanımlar bile anne, teyze, hala ve bacı olarak telâkkî edilirlerdi.
Bu ve benzeri hususlarla alâkalı tedkiklerde bulunan Avrupalı müelliflerin de birçok tespit ve itirafları olmuştur.
Guer şöyle der:
“Türklerin pek mükemmel muâşeret usûlleri vardır ki, onlar, bunların bütün kâidelerine riâyet ederler. Birbirleriyle karşılaştıklarında başlarını eğip sağ ellerini göğüslerine götürmek sûretiyle selâmlaşırlar. Muhâtaplarına, onları tebcîl edici bir sûrette, yâni rütbe ve mevkilerine göre paşa, ağabey ve sultan gibi vasıflarla hitâb ederler.”
Lady Craven şöyle der:
“Türklerin kadınlara karşı olan muâmeleleri bütün milletlere örnek olmalıdır. Meselâ bir erkeğe, hukûken ölüm cezâsı verildiğinde, evrâkı tedkik edilir ve bütün eşyâsı da müsâdere olunabilir; fakat hanımına gâyet iyi muâmele edilir, mücevherâtı kendisine bırakılır.”
Brayer şöyle der:
“...Umûmiyetle pek kalabalık olmayan cemiyetleri iyi tedkik edin: Halkın üstleri başları ne kadar temizdir. Hâl ve tavırlarında ne büyük bir asâlet ve yüzlerinin çizgilerinde ne tatlı bir sükûnet ve nezâket vardır! Konuştukları dil de, ne tatlı ve ne kadar âhenklidir!”
TÜRKLERİN EDEBİ
Edmondo de Amicis de şöyle der:
“...Tedkik ve tespitlerime göre İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nâzik ve en kibar topluluğudur. Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahî bir yabancı için hiçbir hakâret ve zarara uğrama tehlikesi yoktur. Hattâ namaz vakitlerinde bile câmîleri gezmek mümkündür! Bu ziyâretlerde bir ecnebî, kiliselerimizi dolaşan bir Türk’ten daha çok hürmet ve riâyet görebileceğinden emîn olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun, fazla mütecessis bir nazara bile hiçbir zaman tesâdüf edilmez. Kahkaha sesleri gâyet nâdirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı da enderdir. Kapı, pencere ve dükkânlardan hiçbir kadın sesi duyulmaz.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR