Osmanlı'nın ve Türkiye'nin Kaderi
Osmanlılar, kendilerini yeni bir devlet addetmeyip Hazret-i Peygamber'in (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Medîne-i Münevvere’de kurmuş olduğu devletin bir devamı sûretinde telâkkî eylemek basîretini göstermişlerdir.
Allah -celle celâlühû- bu âlemde bekà sıfatını tecellî ettirmemiş bulunduğundan, her varlığın fânîlikle mahkûm olması ilâhî takdîri neticesinde Osmanlı da büyüyüp gelişmiş, kemâle ermiş ve nihâyet mâlûm ve meçhûl birtakım esbâbın zuhûruyla ortadan kalkmıştır. Fakat dünya ve hâssaten Ortadoğu, Osmanlı’nın sağladığı sulh ve sükûna muhtaç bir durumda bulunmaktan zamanımıza kadar kurtulamamıştır. Çünkü onu ortadan kaldıran emperyalist zihniyet, geriye kalan zemini istismârına müsâid kılabilmek için Osmanlı’ya vâris-i tabiî olabilecek maddî ve mânevî güçte bir vârisin ortaya çıkmasını engellemek üzere onun mîrâsını kırka yakın parçaya ayırmış ve böylece bilinen devletçikler ortaya çıkmıştır. Kısacası batılı, bir arslan postunu parçalayıp kırk tilkiye kürk yapma yoluna gitmiş, ancak bunlardan hiçbiri bir yavru arslan olamamıştır.
Bu istîdâdı nisbeten hâiz bulunan bugünkü Türkiye’nin yükselmek ve gelişmek için karşı karşıya bulunduğu engeller de, bu düşman üslûp ve gâyesinin eseridir. Ancak başta cihan siyonizmi olmak üzere tâbî yardakçılarının bütün fitne ve fesâdına rağmen İslâm’ın ülkemizdeki silkiniş ve uyanışı önlenememektedir. Zira insanlar ne kadar plân yaparlarsa yapsınlar, en hayırlı ve tahakkuk şansı olan plân dâimâ Cenâb-ı Hakk’a âittir. Ve O’nun ilâhî murâdı karşısında bütün güçler, sefil bir çöp malzemesi olmaktan kurtulamaz.
BU DAVA KIYAMETE KADAR ZAİL OLMAYACAK
Gerçekten bugün maddeperest dünya ateistlerinin menfî tavrına rağmen, başta Anadolu olmak üzere bütün âlem-i İslâm’da o muhteşem rûhâniyetin bakıyyesi mevcuttur. Önümüzdeki günler de, bu bakıyyeden, kurumuş ağaçların kökünden filizlenen yeni sürgünler gibi, mübârek bir neşv ü nemâ imkân ve ihtimâli hatırdan uzak tutulmamalıdır. Zira Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rûhâniyetinin bir tezâhürü olan bu dâvânın kıyâmete kadar zâil olmayacağı, bir îman umdesidir. Azalıp çoğalmalar, bir yolun iniş çıkışları gibidir.
Komünizmin çöküşünden sonra materyalizmin “yeni düşman(!)” olarak İslâm’ı göstermesi ve eski “demirperde”ye teşbîhen dünya üzerinde bir “yeşil kuşak” tespiti de hep bu İslâm’ın vaad ettiği istikbal sebebiyledir. Mü’minler bilirler ki Allâh’ın nûrunu tamamlamasına hiçbir engel mânî olamaz. Dünyayı yutmak iddiâsındaki komünizmin, topsuztüfeksiz yıkılışı ve hazin âkıbeti, yarınlardan ümitvâr olmak için kâfî bir misaldir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul