Osmanlı'yı Güçlü Kılan İki Özellik

Muhtelif unsurları hak, adâlet, muhabbet ve îman heyecanıyla dolu bir Osmanlı potasında eritmeyi başaran Osmanlı’nın devamını sağlayan temel sâiklerden ikisi...

Haçlıları Titreten İslâm’ın Kılıncı; Zaferden Zafere Koşan Pâdişah Sultan 2. Murad Han (1404-1451) altıncı Osmanlı pâdişâhıdır. Babasının vefatı üzerine tahta geçen 2. Murad, o sırada 18 yaşındaydı. Yaptığı ilk icraati, babasının cenâzesini Yeşil Câmî türbesine defnettirmek oldu. [1]

Cenâzenin defninden bir gün sonra, Yıldırım Hân’ın damadı olan Emîr Sultan Buhârî Hazretleri, 2. Murad’a kılıç kuşandırdı. Böylece, yüz­yıl­larca devam edecek kılıç kuşanma merasimlerinin ilki, bir mânâ sul­­tâ­nı tarafından gerçekleştirilmiş oldu.

OSMANLILARDA PADİŞAHLIK ALAMETİ 

Osmanlılar’da pâ­di­şahlık alâmeti taç değildir. Her ne kadar lâkap olarak “tâc-dâr” kelimesi resmî metinlerde geçerse de, bir pâdişâhın pâ­­di­­şahlığı, bey’at ve kılıç kuşanma ile gerçekleşirdi. Bu, 36. Osmanlı pâdişâhı olan Sultan Vahîdüddîn’e kadar hep böyle devam etmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra kılıç kuşanma mahalli, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin türbesi idi. Bunun için yapılan merasime “kılıç alayı” denirdi.

Yeni pâdişâhın kuşandığı kılıç, Topkapı Saray-ı Hümâyûnu’nda mu­­hâ­­faza edilen Hazret-i Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’a âit kılıçtı. Bu kılıcı, pâdişâha devrin en mûteber dîn adamı takar, sonra da cehrî bir duâ ile pâ­di­şah tebrik edilirdi. Ecnebîlerin tebrikleri için Edirnekapı surlarının iç tarafına bir otağ-ı hümâyûn kurulurdu. Çünkü 1839 “Tanzimat Fer­mâ­nı”na kadar Eyüp havâlîsine gayr-i müslim ayağı bastırılmazdı. Çünkü bu havâlîde bilinen ve bilinmeyen birçok sahâbî medfundur. Yani bu arâzi, mübârek sahâbî kanlarıyla sulanmış ve onlara meşhed olmuştu.

Pâdişah, ecnebîlerin tebriklerini kabûl ettikten sonra yeniçeri kışla­larına giderdi. Yeniçeri kışlaları, Zeyrek ve Şehzâdebaşı’ndan başlar, Karaköy’e kadar uzanırdı. Merkez binâ Karaköy’deydi. “Orta” tabiriyle ifâde edilen yeniçeri tabur veya tümenlerinin bir numaralı askeri pâ­di­şahtı. Yeniçeri ordusu, bir nevî hâssa ordusu mevkiinde idi.

Sistemin mükemmelliğine bakınız ki, hepsi birer devşirme olan yeniçeriler, pâ­di­şah muhâfızı mevkiinde bulunurlar ve doğdukları topraklara doğru her yaz yapılacak cihâd seferleri için dâimâ büyük bir heyecan içinde hazır bulunurlardı. Doğdukları topraklara, i‘lâ-yı kelimetullâh gâye ve aşkıyla fütûhâta giderlerdi. Bunun en câlib-i dikkat tezâhürü de, bu kılıç kuşanma merasiminde ortaya çıkardı.

İLK SEFER BATI ROMA'YA

Ecnebî tebriklerini kabul ettikten sonra yeniçeri kışlalarının merkez binâsına gelen pâdişâha, yeniçeri ağası, bir kupa şerbet ikrâm ederdi. Hazır olan kesedar da, boşalan kupayı altınla doldururdu. Yeniçeri ağası, bunu alıp geri geri huzurdan çekilirken:

“–Asker kullarının siz Pâdişah Hazretleri’nden niyâzı oldur ki, ilk seferimiz Batı Roma üzerine ola!..” derdi.

Pâdişah da:

“–İnşâallâh!..” sözüyle bu talebe iştirâk ederdi.

Ardından bütün askerler hep bir ağızdan:

“–İnşâallâh!..” diye bağırır ve böylece merâsim biterdi.

Bu an’ane de, 1826 yılında yeniçeriliğin ilgâsına kadar hep böyle de­vam etmiştir.

Sultan 2. Murad Hân’ın devrinde başlamış olan bu kılıç kuşanma merasimine dâir, üzerinde durulması gereken iki nokta vardır:

PADİŞAHLAR TEK BAŞLARINA YEMEK YERDİ

1) Pâdişahlar, hükümdarlığın vakar ve heybetini muhâfaza etmek ve bir suikasde dûçâr olmamak için tek başlarına yemek yerlerdi ve yemekleri de kurşunla mühürlenmiş kapalı kaplarda gelirdi. Pâdişah yemeğinden mes’ûl olan aşçıbaşı, şahsî mührü ile bunları mühürlerdi. Yukarıdaki misâlde görüldüğü üzere yeni pâ­di­şahlar, kılıç kuşanma merasiminin sonunda yalnız yeniçeri ağasının sunduğu şerbeti içmekte beis görmezlerdi. Aslen devşirme olan bir topluluğa karşı gösterilen bu îtimat, aynı zamanda sistemin mükemmelliğinin bir tezâhürüdür. Zira Osmanlı’nın devamını sağlayan temel sâiklerden biri de, içindeki muhtelif unsurları hak, adâlet, muhabbet ve îman heyecanıyla dolu bir Osmanlı potasında eritmesidir.

KIZILELMA İDEALİ

2) Osmanlılar, uzun asırları dolduran fütûhâtı, mevhûm bir «Kızıl­el­ma» idealiyle dâimâ canlı tutmuşlardır. İstanbul’un fethinden sonra Kızılelma, Batı Roma olmuştur. 1828’de Ruslar’ın doğu cephesinde Bayburt’a, batı cephesinde de Edirne’ye sarkmaları gibi hazin hâdiseler hatırlanırsa, bundan iki sene öncesine kadar pâ­di­şah ile askerinin ilk seferin Batı Roma üzerine olmasına dâir ahitleşmelerinin ne kadar ehemmiyetli olduğu anlaşılır.


[1] Zira Osmanlılar’da tahta çıkan pâdişâhın ilk emri, selefinin defni idi.

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.