Öşür Nedir, Farz mıdır?

 Öşür nedir, farz mıdır? Öşür kimlere verilir?

Âdetâ unutulmaya yüz tutmuş bulunan mâlî ibâdetlerden biri olan öşür, toprak mahsûllerinden alınan zekâttır. Öşrü vermeyenler de, aynı zekât vermeyenler gibi Allâh katında gâsıp ve suçlu durumundadırlar. Fukarânın, muhtâcın, Allâh yolunda cihâd edenlerin haklarını gasbetmiş olmaktadırlar.

Rivâyete göre Yemenli cömert bir zâtın San’a yakınlarında üzüm, hurma ve ekin bahçesi vardı. Bu cömert kişi, mahsûl toplama zamanında fakirlere, gariplere ve zayıflara öşür payını fazlasıyla ve bolca ayırırdı. O zât vefât edince, çocukları ihtirâsa kapılarak:

“–Âilemiz hayli kalabalık, mal az. Fakirlere bir şey vermeyelim! Onlar gelip istemeden mahsûlleri toplayalım...” diyerek ahitleştiler.

Allâh -celle celâlühû-, onların bu kötü niyetleri üzerine, bahçelerini yakıp harâbe hâline getirerek simsiyah kıldı. O büyük bahçe, tanınmaz hâle gelmişti. Bu durumu gören cimri evlâdlar şaşırdılar:

“–Acabâ yanlış bir yere mi geldik?” dediler.

ASHÂB-I DARVAN KISSASI

Oysa babalarının öşrü cömertçe dağıtıp muhtaçların duâsını alması, bahçeye ziyâdesiyle bereket veriyordu. Bütün fakirler ve garipler, o bahçeden istifâde ediyorlardı. Lâkin babalarının fakirlere dağıttığı öşür, gözlerinde büyüyor ve onu vermek istemiyorlardı. Onlar, Allâh’ın o bahçeye verdiği bereketin nereden geldiğinin farkında değillerdi. Çünkü gaflet, onların kalblerini kör etmişti.

Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak:

“Gâfillerden olma!” (el-A’raf, 205) buyurmaktadır.

Ashâb-ı Darvan kıssası olarak bilinen bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:

“...Hani onlar (bahçe sâhipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemîn etmişlerdi. Onlar istisnâ da etmiyorlardı. (İnşâallâh demiyorlardı ve yoksulların payını da ayırmıyorlardı.)

Fakat onlar daha uykudayken, Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sardı da, bahçe simsiyah kesiliverdi.

 Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: «−Haydi devşirecekseniz erkenden mahsûlünüzün başına gidin!»

Derken: «–Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanımıza sokulmasın!» diye fısıldaşarak yola koyuldular.

(Fakirleri) engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler. Fakat bahçeyi gördüklerinde (şaşkına dönüp):

«–Herhalde biz yanlış geldik.» dediler. (Sonra da gerçeği fark edip):

«(–Keşke yanlış gelseydik,) bilâkis, doğrusu biz (elde edeceğimiz ürünlerden) mahrum bırakıldık.» diye hayıflandılar.” (el-Kalem, 17-27)

FAKİRLERİN HAKKINI GASP EDENLER

Bu âyetlerde Allâh’ı unutup, nîmetlerin O’nun katından bir lutuf olduğunu görmezden gelerek fakir ve gariplerin hakkını vermemek için onlara hîlekârlık yapan merhametsiz bahçe sâhiplerinin hazîn âkıbetleri bir ibret sahnesi olarak ne güzel takdîm ediliyor. Unutmamak gerekir ki, kalblerdeki bütün niyetler, Hak Teâlâ’ya mâlumdur. O’nun azameti, her şeyi kaplamıştır.

DÜNYADA SERVET SAHİBİ OLMAK, RÜYADA DEFİNE BULMAYA BENZER

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

“Dünya hayâtı bir rüyâdan ibârettir. Dünyada servet sâhibi olmak, rüyâda defîne bulmaya benzer. Dünya malı, nesilden nesile aktarılarak dünyada kalır.”

“Ölüm meleği, gâfilin canını almak sûretiyle onu uykudan uyandırır. O kimse gerçekte sâhip olmadığı bir mal için dünyada çektiği sıkıntılara âh vâh eder. Bin pişman olur. Lâkin iş işten geçmiş, her şey bitmiştir...”

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ne güzel söylemiştir:

“İnsanlar uykudadır; öldükleri zaman uyanırlar.”

Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede ölüm ânında rüyâdan uyanır gibi kendisine gelen insanın, ebedî bir pişmanlıkla şöyle dediğini bildirir:

“…Rabbim! Beni(m ölümümü) kısa bir müddet geciktirsen de, sadaka verip sâlihlerden olsam!” (el-Münâfikûn, 10)

PİŞMAN OLMADAN ÖNCE İNFAK ETMELİYİZ

Ancak bu durumda iş işten geçmiş olacağından, onun bu talebi kabul edilmeyecektir. Bu sebeple Allâh Teâlâ aynı âyet-i kerîmenin evvelinde, kulun, böyle hazin bir duruma düşmeden önce kendisine verilen rızıktan infâk etmesini emretmiştir.

Hülâsa, her mümin, Allâh’ın mülkünde yaşadığının, O’nun nîmetleriyle rızıklandığının şuuruyla, mâlî ibâdetlerde ihmâlkârlık göstermekten son derece sakınmalıdır. Aksi hâlde kimin malını kimden esirgediğini bilmeyen gâfiller zümresine dâhil olmaktan kurtulamayacağını bilmelidir...

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ÖŞÜR NEDİR, NASIL VERİLİR?

Öşür Nedir, Nasıl Verilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.