Para Müslümanı Bozar mı?

İslâm’ın doğru idrâk edilip lâyıkıyla yaşandığı devirler, zenginleştikçe ölçülerin kaybolduğu, her şeyin mübahlaştığı, paranın Müslüman'ı bozduğu, dünyevîleşme virüsünün zenginleşen Müslümanlara da bulaştığı görüşlerine en güzel cevaptır.

Meselâ Ömer bin Abdülaziz’in iki buçuk senelik hilâfet devri ve Osmanlı’nın ilk üç asrı, dıştan gelen tenkitlere karşı güzel bir örnektir. Zira dünyevî refah seviyesinin yükselmesine rağmen gönüllerde takvâ duygusu kuvvetli olduğu zaman, insanlar dünyevîleşmemekte, şımarmamakta, cimrileşmemekte; bilâkis toplumda zekât verecek fakir bulamamaktadırlar.

OSMANLI'NIN SON ÜÇ ASRI İBRETLİ BİR ÖRNEK

İçten gelen tenkitlere ise Osmanlı’nın son üç asrı ibretli bir örnektir. Allah yolunda hizmet ve gayret heyecanı zayıflayıp, dünya muhabbeti gönüllere girmeye başlayınca Cenâb-ı Hak da nîmetini, bereketini, emânetini çekip alır.

Cenâb-ı Hak, Müslümanlara Allâh’ın yeryüzündeki şahitleri olmayı, ilâhî hakîkatleri gönüllere nakşetmeyi, İslâm’ın yücelmesi yolunda hizmet etmeyi, yani yaşayışlarıyla Allâh’ın dînini temsil ve tebliğ etmeyi vazife olarak veriyor.

Bu vazife, lâyıkıyla idrâk edilip îfâ edilirse ne ictimâî buhranlarla karşılaşılır ne de iktisâdî krizlerle. Böyle bir rahmet toplumunda, zâhiren kuraklık, kıtlık ve felâketler bile olsa, yine de bir huzursuzluk ve kargaşa ortamı oluşmaz.

KITLIK VAR AMA AÇLIK YOK

Nitekim, Elie Kedourie’nin kaleme aldığı, Osmanlı’nın son döneminde İngiltere’nin Ortadoğu politikasına dâir kitabın bir ekinde anlatıldığına göre, 19. yüzyıl sonlarında Doğu Anadolu’da müthiş bir kıtlık baş göstermişti.

Bunun üzerine İngilizler, kıtlıktan hareketle bölgede Osmanlı’ya karşı bir isyan çıkarıp çıkaramayacaklarını tespit için, oraya bir casus gönderdiler. Casusun yaptığı araştırma neticesinde edindiği kanaat, son derece ibretli idi.

Raporda deniliyordu ki: “Burada kıtlık var ama açlık yok! Çünkü herkes birbirini gözetiyor, yardımda bulunuyor. Bu yüzden de kıtlık, açlığa dönüşmüyor. Sonuç olarak böyle güçlü bir ictimâî yapı içinde, kıtlıktan hareketle isyan çıkarmak imkânsız!..”

HZ. ALİ'Yİ SEVİNDİREN İKİ NİMET

Hazret-i Ali -Radıyallâhu Anh- buyurur: “İki nîmet vardır ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum: 

Birincisi, bir kimsenin, ihtiyacını karşılayacağımı ümid ederek bana gelmesi ve bütün samimiyetiyle benden yardım istemesidir. 

İkincisi, Allah Teâlâ’nın, o kimsenin arzusunu benim vasıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır. Bir Müslüman'ın sıkıntısını gidermeyi, dünya dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.” (Ali el-Müttakî, VI, 598/17049)

İNFAK VE CÖMERTLİK UNUTULDU

Osmanlı medeniyetine vücut veren mânevî esasların temellerinin atıldığı asr-ı saâdete bakıldığı zaman, maddî imkânların en asgarîde olduğu o toplumda da bir rûhî buhran görülmemektedir.

Fakat maddî nîmetlerin dolup taştığı günümüzde ise rûhî buhranlar, psikolojik ve psikiyatrik hastalıklar, maalesef had safhaya ulaşmıştır. Çünkü çok kazanma hırsı vahşete dönüşmüş, ihtiraslar sebebiyle nefisler canavarlaşmış, paylaşma ahlâkı zaafa uğrayarak, infak ve cömertlik unutulmuştur.

DÜNKÜ İNSAN BİZDEN NEDEN DAHA MESUDDU?

İmam-Hatip Lisesi’nde derslerimize gelen hocalarımızdan Nureddin Topçu, bâzen sorardı: “–Bugünkü insan mı mesud, dünkü insan mı mesddu?” Sonra da dünkü insanın ne kadar mes’ud ve huzurlu, buna mukabil bugünkü insanın ne kadar huzursuz ve acımasız olduğunu madde madde anlatırdı. Bu sebeple -hangi devirde olursa olsun- insan rûhunun selâmeti, İslâm’ın ulvî prensipleriyle hayatın mezcolmasına bağlı...

Kalpler dünyevî ihtiraslarla katılaşıp âhiret geri plâna atıldığında, insanoğlu mer’î hukukun boşluklarından istifâde ederek hak ve adâlet tanımayan, gaspçı ve acımasız bir varlığa dönüşür. Bu gerçeği görmek için dünyada yaşananlara şöyle bir bakmak yeter.

Bugün para ve güç dengeleri uğruna yapılan istismar ve zulümler, insanlık yoksunu hadiselerdir. Bir bombayla, merhametsizce bitki-hayvan, çoluk-çocuk, hasta-yaşlı ayırt etmeden perişan edilmektedir.

Masum ve mazlum kanlarıyla boyanan kanlı para, hiçbir zaman insanlığı îmar ve inşâ edemez.. Mânevî değerlerden uzak kapitalist zihniyet, insanı maddî güce râm ederek bunları âdeta bir put hâline getirmektedir…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.