Peygamber Efendimiz Hizmetçilerine Nasıl Davranırdı?
Hizmetlilere nasıl davranılmalı? İşte insanlara örnek olacak Peygamber Efendimiz’in hizmetçilerine muamelesi...
Resûlullah kendisine hizmet eden kimseleri diğer insanlar gibi Allah’ın bir kulu olarak kabul etmiş ve onlara hüsn-i muâmelede bulunmuştur. İnsan olma açısından efendi ile hizmetçi arasında hiçbir fark görmemiştir. Öncelikle hizmetçilere yapılan hitapları tashih etmiş ve insanlığın şâhit olmadığı bir mürüvvet ve asâlet örneği sergilemiştir. (Buhârî, Itk, 17) Bir hâdis-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hiç kimse «kulum», «câriyem» demesin. Bilakis «oğlum», «kızım», «yavrum» desin!” (Müslim, Elfaz, 15)
PEYGAMBERİMİZİN HİZMETLİLERE HİTABI
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, her zaman ezilen ve hakâretlere mâruz kalan bu insanlara “oğlum”, “kızım”, “yavrum” diye hitap etmesi, özellikle o devirde pek çok insanın aklının alamayacağı büyük bir iltifattır.
PEYGAMBERİMİZİN HİZMETLİLERE MUAMELESİ
Allah Resûlü’nün bu irşâdından sonra hizmetçilerin nasıl bir hayata kavuştuklarını görmek için Asr-ı Saâdet’e kısaca bakmak yeterlidir. Ashâb-ı kiram hizmetçilerine yediklerinden yedirir, giydiklerinden giydirir, ağır yük taşıtmaz, zor iş vermez ve onları kardeş telâkki ederlerdi. (Buhârî, Îmân, 22) Çünkü örnek aldıkları Allah Resûlü onlara şu tavsiyelerde bulunmuştu:
“Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere oturtmayacaksa, hiç olmazsa bir iki lokma veya yiyecek bir iki şey versin. Zira yemeğin hararetini ve zahmetini o çekmiştir.” (Buhârî, Et’ime, 55; Tirmizî, Et’ime, 44)
“Kişinin, nefsine, âilesine, çoçuğuna ve hizmetçisine yapmış olduğu harcamalar sadakadır.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 1)
Âlemlere rahmet olan Peygamberimiz sâyesinde hizmetçiler, efendilerinin kardeşleri oldular; daha önceden hiç kıymet verilmeyen insânî duyguları nazar-ı dikkate alındı, fikirleri değer kazandı, sevgi ve şefkâte mazhar oldular. Nitekim Ma’rûr bin Süveyd şöyle demiştir:
“Ben, Ebû Zer’i üzerinde değerli bir elbise ile gördüm. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de vardı.” (Müslim, Eymân, 40)
Fahr-i Kâinât’a uzun bir müddet hizmet eden Enes, onun kendisine olan muâmelesinden bahsettiği bir rivâyette şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah’ın ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum. Allah Resûlü’nün kokusundan daha hoş bir râyiha koklamadım. Resûlullah’a tam on yıl hizmet ettim.[6] Bana bir defa bile “öf!” demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı «Niye böyle yaptın?» demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle «Şöyle yapsan olmaz mıydı?» da demedi.” (Buhârî, Savm, 53; Müslim, Fedâil, 52, 82)
Hz. Ayşe, Resûlullah’ın, Allah yolunda savaş hâli dışında, ne bir kadına ne bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kimseye el kaldırmadığını bildirmiştir. (Müslim, Fedâil, 79)
Fahr-i Kâinât Efendimiz bu merhametinin bir tezâhürü olarak hizmetçilere beddua etmeyi yasaklamış ve:
“Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitir 27)
Her insan hata yapabilir. Ancak mühim olan hatayı anlayıp ondan rücû etmektir. Cenâb-ı Hak kullarının her türlü günâhını, tevbe ettikleri takdirde affetmektedir. İnsanlar da Allah Teâlâ’nın Ğaffâr ismiyle ahlâklanarak işlenen hataları affetme yoluna gitmeli, böylece kendileri de Hak katında affa lâyık hâle gelmelidir. Bu hakîkatlerden hareketle Allah Resûlü hizmet eden insanları devamlı olarak affetmeyi tavsiye etmiş, böylece onları hayra yönlendirmeyi hedeflemiştir. Nitekim kendisine gelerek “hizmetçinin kusurlarını ne kadar affedelim” diye soran kimseye:
“– Onu her gün yetmiş defa affet!” cevabını vermiştir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124)
Resûlullah hizmetçilerini affettiği gibi onlara lütuflarda bulunmayı da ihmal etmezdi. Başından geçen şu hâdiseyi nakleden Efendimiz’in hizmetkârı Ebû Firâs’a ne kadar gıpta edilse azdır:
Peygamberimiz ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını ona getirirdim. Buna karşılık bir keresinde bana:
“– Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben:
– Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Hz. Peygamber:
“– Başka bir şey istesen olmaz mı?” buyurdu. Ben:
– Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Allah Resûlü:
“– Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu. (Müslim, Salât, 226)
Yine bir keresinde Hz. Peygamber, hizmetlerinden memnun kaldığı Hz. Enes’e ikramda bulunmak istemiş ve kendisine duada bulunmuştu. Bunu bize nakleden Ebü’l-Âliye, Efendimiz’in duasının bereketini ifâde sadedinde şöyle demektedir:
“Enes’in bir bahçesi vardı, yılda iki sefer meyve verirdi. Bahçede bir reyhanı vardı, ondan misk kokusu gelirdi.” (Tirmizî, Menakıb, 45)
Efendimiz’in muâmelesinden hizmetçilerinin ne kadar memnun kaldıklarını göstermesi açısından şu rivâyet oldukça dikkat çekicidir:
Sefîne anlatıyor:
Ben Hz. Ümmü Seleme’nin kölesi idim. Bir gün bana:
– Seni âzad ediyorum, ancak hayatta kaldığın müddetçe Resûlullah’a hizmet etmeni şart koşuyorum, dedi. Ben de:
“–Sen bu şartı koşmasan da zâten ben yaşadığım müddetçe Resûlullah (s.a.v)’den ayrılacak değilim!” dedim.
Beni bu şartla âzad etti. (Ebû Dâvûd, Itk, 3/3932; İbn-i Mâce, Itk, 6; Hâkim, II, 232/2849)
Sefîne, bu sözleriyle Resûlullâh’a hizmet etmenin kölelik değil gerçek hürriyet olduğunu bildirmiştir. Fahr-i Kâinât Efendimiz’den insanlık dersi alan ashâb-ı kiram, kendi hayatlarını onun örnekliğine yaklaştırmak için gayret etmişler ve büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır. Muâviye bin Süveyd anlatıyor:
Âzadlımıza bir tokat attım ve kaçtım. Sonra öğleden az önce döndüm, babamın arkasında namaz kıldım. Babam âzadlıyı da beni de çağırdı. Sonra hizmetçiye:
– Misilleme yap! dedi, hizmetçi ise beni affetti. (Müslim, Eymân, 31; Tirmizî, Nüzûr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124)
İslâm’ın bu tavrı, sahâbe dönemi itibariyle hizmetçi ve köle kökenli kimselerden nice âlimlerin yetişmesine yol açmıştır. Ashab-ı kiram onlara ilim tahsil ettirerek kıyamete kadar gelecek insanları aydınlatan birer meşâle olmalarını sağlamıştır. Mesela İkrime, Nâfî, Mücâhid, Hasan el-Basrî ve İbn-i Sîrin gibi tâbiîn döneminin meşhur âlimleri bunlardandır.
Netîce îtibariyle bize düşen Allah Resûlü gibi kendi işimizi bizzat kendimiz yapmak, birilerinin hizmetine muhtaç olduğumuz zaman da Fahr-i Kâinât Efendimiz’in sünnetine sıkı sıkıya sarılmaktır. Zirâ o es-Sâdıku’l-masdûk olarak hep hakîkatleri söylemiş ve insan fıtratının îcâbı olan doğruları emretmiştir.
[1] Detaylı bilgi için “Peygamberimizin Çocuklara Muamelesi” başlığına bakınız.
[2] Resûlullahbir beşer olarak insanın başına gelebilecek her türlü acıyı tatmıştır. Cennet reyhanları olan ciğer-pârelerinden altı tanesini hayattayken kaybetti. Üç çocuğunu ve birçok torununu küçük yaşta iken toprağa verdi. Ancak evlâtlarına olan derin muhabbetine rağmen kadere rızâ hususunda hiçbir fütûr göstermedi.
[3] Akîka kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir, ardından çocuğun ismi konur ve saçı tıraş edilir. (Tirmizî, Edâhî, 21) Doğumun on dördüncü ve yirmi birinci günü de kesilebilir. Kurban kesilirken: “Bismillâhi vallahu ekber! Allah’ım! Bu, Senin rızan için kesilen akîka kurbanıdır” denilir. Resûlullah, kesilen akîka kurbanından, çocuğun ebesine bir but gönderilmesini, kalanının kemikleri kırılmadan pişirilip yenilmesini ve başkalarına da yedirilmesini tavsiye buyurmuştur. (Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, IX, 302)
[4] Süryanîce olan bu isimler Hasan, Hüseyin ve Muhassin ile aynı mânaya gelmektedir. (Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 669-670)
[6] Hz. Enes’in sâhip olduğu bu imtiyaza insanlar pek gıpta etmişlerdir. Bir defasında talebesi Sâbit el-Bünânî ona:
− Resûlullah’ın ellerini kendi ellerinle tutup ona dokundun mu? diye sormuştu. Hz. Enes:
− Evet, tuttum, deyince,
− Ver ellerini de onları öpeyim, demişti. (İbn-i Hanbel, III, 111)
Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları