Peygamber Efendimiz, Merhamet Sultanıdır
Âyet-i kerîmede buyrulur: “Andolsun size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız Oʼna çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Cenâb-ı Hak bu âyette geçen ve kendisinin iki ilâhî vasfı olan Raûf ve Rahîm / acıma ve merhamet sıfatlarını kâmil mânâda yalnız Peygamber Efendimiz’de tecellî ettirmiştir. Bu tecellîyi Efendimiz’in her hâlinde müşâhede etmek mümkündür. Zira O, her nefes insanlığın hidâyeti için gayret göstermiş ve bir rahmet dergâhı olan gönlünü bütün insanlığa açmıştır.
Nitekim bu meyanda, yaşadığı topraklardan binlerce kilometre uzakta olan krallara hidâyet mektupları göndermiş, bilvesîle Mekke ve Medîne’ye gelen bütün heyet ve kabîlelere de bitip tükenmez bir azim, gayret ve sabırla, her türlü zorluğa rağmen İslâm’ı tebliğ etmiştir.
HER ÇİLE VE ZORLUĞU BÜYÜK BİR SABIRLA BERTARAF ETMİŞTİR
Nûh -aleyhisselâm- 950 sene halkına tebliğde bulunmuş ve sonunda Cenâb-ı Hakk’a; “…Ben yenik düştüm. Bana yardım et!” (el-Kamer, 10) diye duâ ederek sabrının tükendiğini bildirmişti. Fakat Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-, Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldığı hâlde, her çile ve zorluğu büyük bir sabır ve gönül huzuru içerisinde bertaraf etmiştir.
KENDİSİNİ BÜTÜN İNSANLIKTAN MES'ÛL GÖRMÜŞTÜR
İslâm’a girmek, ebedî kurtuluşa ermenin temel şartı olduğundan, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, her bir insanın müslüman olmasını büyük bir iştiyakla arzulamış, kendisini bütün insanlıktan mes’ûl görmüş ve âdeta onları kendisine zimmetli addetmiştir. Bundan dolayı tek bir insanın dahî hidâyeti sebebiyle son derece sevinmiştir. Nitekim Tâif’te gördüğü ağır hakaret ve zulme mukâbil, Addas isimli bir kölenin müslüman olması, Efendimiz’e çektiği bütün acıları unutturmuştur.
Adiy bin Hâtim -radıyallahu anh-, Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in, bir kimsenin hidâyete ermesi sebebiyle duyduğu huzur ve mutluluğu şu sözleriyle ifâde etmektedir:
“Müslüman olduğum zaman Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yüzünün büyük bir sevinçle parladığını gördüm.” (Ahmed, IV, 378)
Hayatı boyunca; “Ümmetî, ümmetî!” diyen ve bu duâsına nur dolu kabrinde de devam edeceğini bildiren[1] Rasûl-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gönlündeki merhamet ufkunun genişliğini, şu hadîs-i şerîfler ne güzel hulâsa etmektedir:
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43)
BÜTÜN MAHLÛKATI KAPSAYAN MERHAMET
Yine bir gün Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe Cennetʼe giremezsiniz!..” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şu îzâhı yaptı:
“–Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, evet bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..” (Hâkim, IV, 185/7310)
Dipnot: [1] Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönüller Sultânı Efendimiz’e MUHABBET, Erkam Yayınları
YORUMLAR