Peygamber Efendimiz'e İtaat Etmenin Önemi

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur: “Hak dostlarının çok kıymetli sözlerinden biri şöyledir: «Allâh’a giden yollar, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in izini adım adım takip edenlerden başkasına kapalıdır.»”[1]

RESÛLULLAH'A İTAAT, ALLAH'A İTAATTİR

Zira Cenâb-ı Hak:

“Kim Rasûlʼe itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80) buyurmaktadır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi hevâ ve hevesinden konuşmayıp sırf Rabbinin emir ve nehiylerini tebliğ ettiği içindir ki Cenâb-ı Hak, iki itaati birleştirmekte ve Rasûlʼüne itaatin, kendisine itaat mânâsına geldiğini beyân etmektedir.

Yine Cenâb-ı Hak bir başka âyet-i kerîmede de:

(Rasûlʼüm!) De ki: Eğer Allâhʼı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31) buyurmaktadır. Demek ki kulu Allâhʼa muhabbet deryasına ulaştıracak yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir. Allâh’a giden yol, Oʼnun Sevgili Rasûlüʼne duyulan muhabbet ve itaatten geçmektedir. Oʼnun sünnetine uymayan, Oʼnun yolundan gitmeyen hiç kimse; Allâhʼın rahmet ve mağfiretine, muhabbet ve rızâsına nâil olamaz.

Yine âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

(Rasûlʼüm!) Onu Rûhuʼl-Emîn (Cebrâîl), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, Senʼin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195)

O'NUN YAŞADIĞI GİBİ YAŞAMAYA GAYRET ETMELİYİZ

Demek ki Fahr-i Kâinât Efendimizʼin kalp âleminden hisse almamız zarûrîdir. Zira Oʼnu kalben tanımadan, Oʼnun gönül dokusundan hisse almadan, Oʼnun yaşadığı gibi yaşamaya gayret etmeden; ne Kurʼân-ı Kerîmʼi tam olarak idrâk edebiliriz, ne îmânımız tam bir îmân olur, ne ibadetimiz ibadet, ne de ahlâkımız ahlâk olur.

Cenâb-ı Hak kendisine yapılacak kulluğun en mükemmel ve makbul şeklini, Rasûlʼünün şahsında sergilemiştir. Bu itibarla, ibadette, muâşerette, ahlâkta, hak ve hukuka riâyette Efendimizʼle beraberliğimiz, Oʼna yakınlık ve benzerliğimiz hangi seviyedeyse, Hak katındaki değerimiz de ancak o seviyededir.

Cenâb-ı Hak Kurʼân-ı Kerîmʼinde “namaz”ı emreder, fakat onun keyfiyetini, yani nasıl edâ edileceğini Sünnetʼten öğrenmemizi ister. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de; “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın…”[2] buyurmuştur. Buna mümâsil; zekât, oruç, hac gibi bütün ibadetleri Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne şekilde îfâ etmişse o şekilde îfâ etmemiz zarûrîdir. Nebevî ahlâk ile ahlâklanmak da bu hassâsiyeti hayatın her alanında sergilemekle mümkündür.

DÂİMA DÜŞÜNMELİYİZ!

Merhametimiz, Allah Rasûlüʼnün merhametine kıyasla ne kadar? Oʼnun tevâzû, fedakârlık, diğergâmlık, hizmet, cömertlik gibi güzel hasletleriyle bizim hâlimiz arasında ne kadar seviye farkı var?!. Muâmelâtımızda; edep, nezâket ve zarâfete, bilhassa da kul haklarına ne kadar riâyet edebiliyoruz?

Fahr-i Kâinât Efendimiz vefâtına yakın, ümmetini kul hakkı hususunda îkaz etmek için, kendi şahsından misal vererek şöyle buyurmuştu:

“Ashâbım!.. Kimin sırtına vurmuşsam, işte sırtım! Gelsin, vursun! Kimin malından yanlışlıkla bir şey almışsam, işte malım! O da gelsin alsın!..” (Ahmed, III, 400)

Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de helâlleşmeye teşvik ederek:

“Ey insanlar! Kimin üzerinde bir (kul) hak(kı) varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı, âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” buyurmuştu. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

Vefâtı esnâsında da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz üç defa:

“Namaz hususunda Allah’tan korkun!” buyurmuş, sonra da:

“Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah’tan korkun: Dul kadın ve yetim çocuk. Namaz hususunda Allah’tan korkun!” îkâzında bulunmuştu.

Sonra da rûh-i mübârekleri çıkıncaya kadar içten içe; “Namaz, namaz.” diye tekrar etmişti. (Beyhakî, Şuab, VII, 477)

Velhâsıl bu ve benzeri bütün nebevî hassâsiyetler, bizim hayatımızda ne kadar mevcut ise; îmânımızın seviyesi de, ibadetlerimizin makbûliyeti de, o derecede demektir.

Bu itibarla hayatımızın her ânında, âdeta bir gölgenin sahibine olan sadâkati misâli, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin bizlere gösterdiği istikâmet üzere yaşamaya gayret etmeliyiz. Öyle ki; O Rahmet Peygamberiʼnin ümmeti olduğumuzu -dilimizden ziyâde- hâl ve davranışlarımız söylemelidir. Oʼnun yolunda ve istikâmetinde olduğumuzu, hâlimiz ifâde etmelidir.

Dipnotlar:  [1] Es‘ad Sâhib, Buğyetü’l-Vâcid, s. 81, no: 5. [2] Buhârî, Ezân, 18.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Aralık, Sayı: 358, Sayfa: 032

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.