Peygamber Efendimiz'in Ahlakı ve Faziletleri
Peygamber Efendimiz, dünyayı teşrîfinden itibâren müstesnâ bir hayat yaşamış, İslâm’ı tebliğe başladığında da her şeyden önce üstün ahlâkı ve nezih hayâtıyla örnek olmuştu.
Risâlet vazifesi kendisine tevdî edildiğinde, mes’ûliyetinin büyüklüğünden duyduğu endişe ile muzdarip bir hâlde bulunan Peygamber Efendimiz’i, zevcesi Hatîce vâlidemiz şu sözleriyle tesellî ve teşvik ediyordu:
“Asla korkma! Vallâhi Allah Teâlâ Sen’i hiçbir zaman utandırmaz. Zîrâ Sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru söylersin, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın, fakire ihsanda bulunur, hiç kimsenin veremeyeceği kadar verirsin. Misâfire ikrâm edersin. Hak yolunda zuhûr eden hâdiseler karşısında (insanlara) yardım edersin! Emânete riâyet edersin. Senin ahlâkın pek güzeldir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, Îman, 252; İbn-i Sa’d, I, 195)
İSLAM’A DAVET MEKTUBU
Peygamber Efendimiz’in İslâm’a dâvet mektubu kendisine ulaşan Umman meliki Cülendî, önce Efendimiz’in hayâtı hakkında mâlûmat istedi. Peygamber Efendimiz’in yüce ahlâkı ve fazîletlerini öğrendikten sonra da şöyle diyerek Müslüman oldu:
“–Allah bana bu ümmî Peygamber’i tanımayı nasîp etti. O, hiçbir iyiliği, ilk defâ kendisi tatbik etmeden kimseye emretmiyor; her kötülükten uzak kalıyor ve insanlara örnek olarak o kötülüklerden nehyediyor. O mutlaka gâlip gelecek, kendisine mânî olunamayacaktır. Mutlaka üstün gelecek, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefâ gösterir, va’dini yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki, O bir peygamberdir.” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 262)
Hakîkaten Resûlullah, bir şeyi emrettiğinde bunu evvelâ kendisi yaşayarak örnek olur, ardından mü’minler de O’ndan gördüklerini bir ibâdet heyecanı içinde tatbîke çalışırlardı. Bu, Allah'ın Resûlü’nün en büyük tâlim ve telkin metodu idi.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları