Peygamber Efendimiz'in Ailesine Verdiği Değer

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ailesine nasıl değer verirdi? Eşine nasıl davranırdı? Bir baba olarak tüm Müslüman için en güzel örnek Peygamberimiz (s.a.v) ve ailesi...

Allah Teâlâ Nisâ sûresinin 19. âyetinde “Kadınlarla iyi geçinin” buyurarak erkekleri îkâz etmiş ve kadınlara değer vermelerini istemiştir. Peygamber Efendimiz’in yaşadığı âile hayatı ile ortaya koyduğu esaslar sâyesinde kadınlar hiç görmedikleri ve hayal bile edemeyecekleri bir kıymete nâil olmuşlar, cemiyet içinde fevkalâde bir mevkî elde etmişlerdir. Ömer -radıyallahu anh-’in anlattığı şu hâdise bunun en büyük şâhitlerinden biridir:

Biz Kureyşliler, kadınlara hâkim kimselerdik. Sonra Medine’ye geldiğimizde, burada kadınların erkeklere hâkim olduklarını gördük. Bizim kadınlarımız da onlardan öğrenerek böyle davranmaya başladılar. Bir gün hanımıma öfkelenmiştim, bir de ne göreyim, bana karşılık vermez mi! Bunu doğru bulmayıp onu azarladım. Bu sefer:

– Beni niye azarlıyorsun? Vallahi Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in zevceleri bile ona karşılık veriyorlar, mırıldanıyorlar. Hem onlar icabında küsüp gün boyu Resûlullah’ı terk ediyorlar, dedi.

Hemen (Hz. Peygamber’in hanımlarından kızım) Hafsâ’ya gidip:

– Resûlullah Efendimiz’e sen de karşılık veriyor, ona karşı söyleniyor musun, dedim.

– Evet, dedi.

– Sizden biri gün boyu akşama kadar ona küsüyor, yanına varmıyor mu, dedim.

– Evet, dedi.

– Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrâna uğrar. Hanginiz, Resûlü’nün öfkesi sebebiyle Allah’ın gazabına uğramayacağından emin olabiliyor? Şâyet böyle yaparsanız helâk olursunuz. Sakın Resûlullah’a karşılık verme! Dünyalık bir şeyler isteyerek onu sıkıntıda bırakma! Ne ihtiyacın varsa benden iste, dedim. (Müslim, Talak, 34)

Görüldüğü gibi Allah Resûlü’nün hanımlarına değer vermesi ve söz hakkı tanıması sebebiyle, diğer kadınlar da bundan istifade etmişler ve sahip oldukları insanlık şerefinin farkına varmaya başlamışlardır.

Efendimiz’in, hanımlarına faziletlerini söylemesi, kendilerine olan sevgisini ızhâr etmesi, bineğine alması, dizine bastırarak hayvanına binmesine yardımcı olması, kederlenip ağlayan hanımının gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi, onlara değer verdiğini gösteren örnek davranışlarındandır.

Câhiliye döneminde kadınlar, tabiî bir durum olan muayyen hâlleri esnâsında insanlık dışı muâmeleye tâbî tutulurken Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu anlayışı yıkmak için uğraşmıştır. Hayızlı olduğu için kendisine seccâdeyi vermekten kaçınan hanımına:

“– Senin hayızın eline bulaşmış değil ki!” buyurmak sûretiyle (Müslim, Hayz, 11) durumu mantıkî olarak îzâh etmiştir.

Yine kendilerine değer verdiğini göstermek için böyle zamanlarında hanımlarına başını yıkatmış, hatta onlara yaslanarak Kur’ân-ı Kerîm bile okumuştur. (Buhârî, Hayz, 2, 13)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kadınlara karşı takındığı bu iltifatkâr tavırlar gelip geçici, anlık bir durum olmayıp köklü ve sağlam bir hayat anlayışının eseridir. Allah Resûlü’nün şu tatbikâtı bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah ve ikindi namazlarını kıldıktan sonra hergün zevcelerini teker teker ziyaret eder ve hâllerini hatırlarını sorardı. (Buhârî, Talâk, 8; Müslim, Talâk, 20) Zeyneb bint-i Cahş vâlidemizle evlendiği gün dahi bu âdetini ihmal etmemiş, Hz. Âişe’den başlayarak hanımlarının odalarını birer birer dolaşmış ve:

“– Allah’ın selâmı ve rahmeti üzerinize olsun, ey ehl-i beyt!” diye selâm verip hatırlarını sormuştu.

Her bir hanımı da:

– Allah’ın selâmı ve rahmeti senin de üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü! Yeni zevceni nasıl buldun? Allah mübarek etsin, diye onu tebrik etmişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 33/8)

Hz. Âişe -radıyallahu anhâ-’nın şu rivâyeti Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hanımlarına verdiği kıymetin ne kadar derinlerde olduğunu göstermektedir. O şöyle demektedir:

“Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazının iki rekât sünnetini kıldıktan sonra, uyanıksam benimle konuşur, değilsem müezzin namaz için kâmet getirinceye kadar yatardı.” (Buhârî, Teheccüd, 24; Müslim, Müsâfirîn, 133)

Sevgili Peygamberimiz’in, hanımlarını dinlendirmek ve rahatlatmak için onlara bayram şenliklerini bizzat seyrettirdiği de vâkîdir. Âişe vâlidemiz şöyle anlatır:

Bir bayram günüydü. Siyahîler, mescidde kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana:

“– Seyretmek ister misin?” buyurdular.

Ben:

Tabiî, dedim.

O kalktı, ben de arkasında ve yanağım yanağına temas ettiği hâlde seyre koyulduk.

Nebiyy-i Ekrem:

“– Ey Erfide oğulları göreyim sizi!” diyordu.

Ben usanınca:

“– Yeter mi?” buyurdular.

Ben de:

– Evet! dedim.

“– Öyleyse gidebilirsin!” buyurdular.” (Buhârî, Iydeyn, 3; Müslim, Iydeyn, 19)

Allah Resûlü’nün âile hayatında müstebid ve baskıcı bir insan tipi görmek mümkün değildir. Efendimiz hanımlarını dinler, onlara elinden geldiği kadar yardım eder, herhangi bir sıkıntıya düşmelerine asla râzı olmaz ve onları memnun etmek için bütün fırsatları değerlendirirdi. Zaman olurdu, vâlidelerimizden şiir okumalarını isterdi, zaman olurdu onlara bazı hikâyeler anlatır[1], onların anlattığı şeyleri de dinlerdi. Meselâ Âişe vâlidemizin anlattığı, on bir kadının bir araya gelerek kocalarından bahsettikleri, onların iyi ve kötü davranışlarını zikrettikleri Ümmü Zer’ hâdisesini dikkatle dinlemiş ve nihâyetinde hanımının gönlünü alacak tatlı sözler söylemiştir. Rivâyetin konumuzla ilgili kısmı şöyledir:

On birinci kadın şöyle anlatmaya başladı:

– Kocam Ebû Zer’dir. Amma ne Ebû Zer’! Anlatayım: Kulaklarımı zînetlerle doldurdu, pazularımı yağla tombullaştırdı. Beni hoşnut etti, kendimi bahtiyar ve yüce bildim. O beni Şıkk denen dağın kenarında, bir miktar davarla geçinen bir âilenin kızı olarak buldu. Atları kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp dâneleri harmanlanan müreffeh ve mesud bir cemiyete getirdi. Ben onun yanında söz sahibiyim, hiç azarlanmam. Sabaha kadar yatar uyurum. Doya doya süt içerim... Ebû Zer’in bir de kızı var. Ama o ne terbiyeli bir kızdır. Babasına itaatkârdır. Anasına da itaatkârdır… Ebû Zer’in bir de câriyesi var. O ne sadakatli, ne iyi bir câriyedir. Âile sırrımızı kimseye söylemez, evimizin azığını asla ifsad ve israf etmez, evimizde çer çöp bırakmaz, temiz tutar. Nâmusludur, eve leke getirmez. Bir gün Ebû Zer’ evden çıktı. Her tarafta yağ çıkarılmak için süt tulumları çalkalanmakta idi. Yolda bir kadına rastladı... Beni bıraktı, onunla evlendi. Ondan sonra ben de şeref sâhibi bir adamla evlendim. O da güzel ata binerdi. Hattî mızrağını alır ve akşamüzeri deve ve sığır nev’inden birçok hayvan sürer getirirdi. Getirdiği her çeşit hayvandan bana bir çift verirdi.

– Ey Ümmü Zer’! Ye, iç ve akrabalarına ihsanda bulun! derdi.

Buna rağmen, ben bu ikinci kocamın bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, Ebû Zer’in en küçük kabını bile doldurmaz.

Bu hadisi rivayet eden Hz. Âişe der ki:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (gönlümü almak için):

“– Ey Âişe, ben sana karşı Ebû Zer’in Ümmü Zer’e olduğu gibiyim” buyurdular. (Bûhârî, Nikâh, 82; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 92)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in âilesine ne kadar ehemmiyet atfettiğini ve onları ne ölçüde tanıdığını gösteren şu rivâyet de oldukça dikkat çekicidir. Âişe -radıyallahu anhâ- şöyle anlatır:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana:

“– Âişe, senin benden memnun olduğun zamanları da kızdığın zamanları da çok iyi biliyorum” dedi.

Ben:

– Nasıl anlıyorsun, diye sorduğumda şöyle cevap verdi:

“– Benden râzı olduğun zamanlarda yemin ederken: «Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki hayır» diyorsun, bana kızdığında ise: «İbrahim’in Rabbine yemin ederim ki hayır» diye yemin ediyorsun” dedi.

– Evet, öyle vallahi yâ Resûlallah! Sana kızdığımda sâdece ismini söylemeyi bırakıyorum o kadar, dedim. (Bûhârî, Nikâh, 108; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 80)

Enes -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre Allah Resûlü, hanımı Hatice’ye verdiği kıymeti şöyle ifâde etmiştir:

“Dünya kadınlarının en üstünleri şunlardır: İmrân’ın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatîce, Muhammed’in kızı Fâtıma ve Firavun’n hanımı Âsiye.” (Tirmizî, Menâkıb, 61)

Fahr-i Kâinât Efendimiz diğer bir hanımına verdiği değeri ise şöyle ızhâr etmiştir:

“Âişe’nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.” (Buhârî, Fadâilü’l-ashâb, 30; Enbiya, 45)

Sevgili Peygamberimiz âilesine karşı kırıcı olan ashâbını irşâd ederek bu tavırlarını terk etmelerini emretmiş ve hanımlarına kıymet vermeleri gerektiğini öğretmiştir:

Huzeyfe -radıyallahu anh- şöyle der:

Benim dilimde, âile efradıma karşı bir ölçüsüzlük vardı. Fakat bu durum başkalarına karşı olmazdı. Hâlimi Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e arzettim. Bana:

“İstiğfar bakımından ne hâldesin? Bu kusurunun bağışlanması için günde yetmiş kere istiğfar et!” buyurdular. (İbn-i Mâce, Edeb, 57)

Dipnot:

[1] Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gece hanımlarına bir hâdise anlatmıştı. Onlardan birisi:

− Yâ Resûlallah! Bu hikâye Hurafe’nin anlattıkları gibi oldu, dedi.

Allah Resûlü:

“−Hurâfe’nin ne olduğunu biliyor musunuz? Hurâfe Uzre kabilesinden bir adamdı. Câhiliye döneminde cinler onu esir ettiler. Uzun bir müddet onların içinde kaldı. Daha sonra onu insanlar âlemine geri gönderdiler. Cinler arasında gördüğü acâip şeyleri insanlara anlatırdı. Bu sebeple insanlar (duydukları acâip ve garip şeyler için) «Hurâfe’nin sözü gibi» der oldular.” (İbn-i Hanbel, VI, 157) Peygamber Efendimiz diğer bir hadislerinde: “Allah Hurâfe’ye rahmet etsin, o sâlih bir insandı” buyurmuşlardır. (Suyûtî, II, 19)

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN AİLESİ

Peygamberimizin Ailesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.