Peygamber Efendimiz’in Cezalandırdığı Hâinler

Prof. Dr. Ömer Çelik, Hadislerle İslam eserinden “Peygamber (sav.) Efendimiz’in Cezalandırdığı Hâinler” bölümünü okuyor.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN CEZALANDIRDIĞI HÂİNLER

Allah Resûlü, mazeretsiz olarak kasten ihanet eden hainleri en ağır şekilde cezalandırmıştır. Hendek Savaşı esnasında on bin kişilik müttefik gruplardan oluşan müşrik ordusu Medine'yi kuşatmıştı. Müslümanlarla Yahudilerin aralarında imzalanan antlaşmadan dolayı Medine'ye yapılan bir saldırıya topluca karşılık vermeleri, Medine'yi hep birlikte savunmaları gerekiyordu. Fakat müşrik ordusunu çok güçlü gören ve Müslümanları yok etme fırsatını yakaladıklarını düşünen Kurayzalılar, bu fırsatı kaçırmak istemediler ve antlaşmaya muhalif davranmaya başladılar. Müslümanlar Hendek Muhasarası sırasında on bin kişilik müşrik ordusundan ziyade Kurayzalıların saldırılarını önlemekle uğraştılar. Bu ihanetten dolayı büyük sıkıntı yaşadılar. Kurayzalılar müşriklere yardım etmekle yetinmeyip Müslümanlara saldırmaya karar verdiler. Bu haber Müslümanlara ulaşınca onlar Medine"de geride bıraktıkları çoluk çocukları, yaşlı ve düşkünler için endişe ettiler.

Allah Resûlü, Kurayzalılarla değişik vesilelerle antlaşmaya çalıştı ama kabul etmediler. Hz. Ebû Bekir o günlerde Kurayzalıların yaşattığı endişeyi dile getirirken şu ifadeleri kullanmıştı: “Medine"deki eş ve çocuklarımızla ilgili olarak Kurayzalılardan duyduğumuz korku, Kureyş ve Gatafan"dan duyduğumuz korkudan daha baskın idi.”1 Günler Kurayzalıların ihaneti ile geçti. Fakat işler hiç de onların tahmin ettiği gibi olmadı. Onların muhakkak bir hesabı vardı. Ama onların kalplerinde gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen Allah"ın da bir hesabı vardı. Allah, Peygamberi"ni yine yardımsız bırakmamıştı: “Ey iman edenler! Allah"ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı da biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.” 2

Yaklaşık bir ay süren, Allah Resûlü ve yanındakilere çok sıkıntılı günler yaşatan Hendek Savaşı nihayet Allah"ın yardımıyla zaferle sonuçlanmıştı. Hz. Peygamber zafer gecesinin sabahı müşriklerin terk ettikleri ordugâhı inceledi ve Medine"ye döndü. Herkes çok yorulmuştu. Ama herkesin aklının bir köşesinde Kurayzalıların ihanetinin hesabının sorulması vardı. Zira Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştu: “(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.” 3 Hz. Peygamber de bu doğrultuda hareket etti. Ashâbına, “Her kim işitmiş ve itaat etmiş ise ikindi namazını Kurayza yurduna varmadan kılmasın!” şeklinde ilânda bulunulmasını emretti.4 Bu bir çağrıydı. Kurayzalılara karşı yapılacak bir harekâtın çağrısıydı. İhanetin hesabı elbette sorulacaktı. Allah Resûlü bu hesabı sormak için çoktan hazırlanmış, zırhını giymiş, kılıcını kuşanmıştı. Yola çıkıldı ve Kurayza Kalesi'nin önüne geldi Müslümanlar. Hz. Peygamber Kurayzalıların önde gelenleriyle görüşmek istedi. Fakat onlar kalelerine yaklaşmakta olan Allah Resûlü"nü taş ve ok yağmuruna tuttular. Kuşatma başlamıştı artık. Kuşatma uzadıkça Kurayzalıların sıkıntısı da artırıyordu. Kuşatmanın sona erdirilmesi için Allah Resûlü"ne farklı teklifler sundular, fakat o kabul etmedi.5

Son olarak Hz. Peygamber'e, aralarında bir hakem tayin edilmesi hâlinde onun vereceği hükme razı olacakları teklifini ilettiler. Allah Resûlü bu tekliflerini kabul etti. Hakem olarak kimi istediklerini sordu onlara. Onlar da Sa'd b. Muâz'ı hakem olarak tercih edebileceklerini söylediler. Resûlullah bu teklifi de kabul etti.6 Sa'd'ı hakem olarak teklif etmelerinin sebebi onların eski dostu olmasıydı. İki taraf arasında hakem tayin edilen Sa'd, Hendek Muharebesi'nde yaralanmış, mescidin bir köşesinde tedavisine devam edilmekteydi. Hakem tayin edilince hasta yatağından kaldırılıp savaş alanına getirildi. Savaş alanında Sa'd'ı Allah Resûlü karşıladı ve ona hakem tayin edildiğini bildirdi. Kabilesinden birçok kişinin Kurayzalılarla çok eskilere dayalı dostlukları olduğunu bilen Sa'd, verdiği hükme herkesin razı olup olmayacağını sordu. Orada bulunan herkes onun verdiği hükme razı olacağını ifade etti. Bunun üzerine Sa'd ihanetin cezasını şu şekilde açıkladı: “Yahudiler silahlarını bırakıp teslim olacaklar. Yetişkin erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir alınacak, mallarına el konulacak.” Sa'd'ın bu hükmü Yahudileri derin bir üzüntüye sevk ederken onların yaptıkları ihanetin yanlarına kâr kalmadığını gören Müslümanları ise sevindirdi. Allah Resûlü de, “Sen onlar hakkında muhakkak, mutlak Melik olan Allah"ın hükmüne uygun hüküm verdin.” 7 diyerek Sa'd'ın hükmünü onayladı. Sa'd bu hükmü muhtemelen Tevrat'a göre vermişti. Çünkü o, Yahudileri çok eskiden beri tanıyordu. Zaten Kurayzalılar da onunla eskilere dayanan ilişkilerinden dolayı onun hakemliğine sığındılar. Ayrıca Sa'd'ın hükmünü açıklamasından sonra Kurayza Yahudilerinin bu hükme hiçbir şekilde itiraz etmemeleri de bu hükmün kendi kutsal kitaplarına uygun olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Sa'd'ın açıkladığı hüküm Tevrat'ın bu durumlarda ortaya koyduğu hükmün aynısıydı: “Bir şehre savaşmak için vardığın zaman onu barışa çağıracaksın. Eğer bunu kabul edip kapılarını sana açarlarsa o zaman şehirdeki herkes sana köle olacak ve kulluk edecek. Eğer seninle antlaşmayıp savaşmak isterlerse o şehri ablukaya alacaksın. Ve Rab onu sana verdiği zaman o şehrin her erkeğini kılıçtan geçireceksin. Ancak kadınları, çocukları, hayvanları ve şehirde bulunan her şeyi bütün malları kendin için yağma edeceksin. Allah"ın olan Rabbın sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin.” 8

Sonuç olarak Kurayza Yahudileri Allah Resûlü'nü ve ona inananları yardımlarına en muhtaç oldukları günde, aralarındaki antlaşmaya rağmen yalnız bırakmışlar, hatta Müslümanlara savaş açmışlardı. Bu apaçık bir ihanetti. Hem de Allah'a ve Resûlü'ne karşı yapılmış bir hainlikti ve asla cezasız kalamazdı. Allah'ın buyurduğuna göre onlar asıl kendilerine ihanet etmişlerdi: “Ey iman edenler! Allah"a ve Peygamber"e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.” 9

Allah Resûlü'ne ihanet eden ve ağır bir şekilde cezalandırılan bir başka topluluk da Ureynelilerdi. Ureyne kabilesinden bir grup Medine'ye Hz. Peygamber'in huzuruna geldiler ve İslâm'a girdiklerini açıkladılar. Akabinde de bu adamlar, “Ey Allah'ın Peygamberi! Bizim sürülerimiz vardı, sulak arazide ziraat yapan insanlar değildik (dolayısıyla biz çöl hayatına alışkınız. Medine'nin havası bize pek yaramadı).” deyip Medine'de ikamet etmek istemediler. Resûlullah onlara zekât develerinin ve çobanının bulunduğu kırsal alana, meraya gitmelerini ve o develerin sütlerinden içmek suretiyle yaşamlarını idame ettirmelerini söyledi. Ureyneliler oraya gittiler, develerin sütleriyle beslendiler, güç ve kuvvete kavuştular. Nitekim Hârre denilen mevkiye geldikleri zaman İslâm"ı reddettiler. Hz. Peygamber'in çobanını öldürdüler ve develeri önlerine katıp götürdüler. Bu haber Hz. Peygamber'e ulaşınca arkalarından onları yakalamak için bir birlik gönderdi. Gönderilen birlik onları yakalayıp Medine'ye getirdi. Allah Resûlü hiçbir hak hukuk tanımadan sahip oldukları her şeye ve kendilerine bahşedilen tüm nimetlere ihanet eden bu hainleri en ağır şekilde cezalandırdı.10

Diğer taraftan bir kimse ihanete zorlanmış, canını, malını, ailesini korumak için hainlik yapmışsa kasten hainlik yapanlarla aynı şekilde değerlendirilmemiş, özründen dolayı affedilmiştir. Allah Resûlü'nün gizlice yürüttüğü Mekke fethi hazırlıklarını Mekkeli müşriklere bir mektupla haber vermeye çalışan Hâtıb b. Ebû Beltea gibi. Hâtıb, Mekke'ye Allah Resûlü'nün bir sefer düzenleyeceğini Mekkeli müşriklere bir mektupla haber verir. Mektubu müşriklere götüren elçi yakalanır ve mektup Hz. Peygamber'e getirilir. Bu hadiseyi duyan ashâb-ı kirâmdan bazıları çok öfkelenir. Hatta Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah! Bu, Allah'a, Resûlü'ne ve müminlere hainlik yapmıştır. Onun için bırak da onun boynunu vurayım.” der. Hz. Peygamber, Hâtıb"a hitaben, “Seni böyle yapmaya ne sevk etti?” diye sorar. Hâtıb, “Vallahi, ben Allah'a ve Resûlü'ne inanmayan birisi değilim. Ben sadece aileme ve malıma Mekkelilerin zarar vermemesi için bunu yaptım. Senin (muhacir) ashâbından her birinin Mekke'de, ailesini ve malını koruyacak akrabaları var. (Hâlbuki benim kimsem yok, ben onlarla sadece antlaşmalı bir kimseyim; Kureyş'ten değilim).” der. Hâtıb"ın bu savunması üzerine Hz. Peygamber, “Hâtıb doğru savunma yaptı. Ona hayırdan başka bir şey söylemeyin!” buyurur. Fakat sahâbîlerin, onun cezalandırılması yönündeki aşırı talep ve itirazları devam eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hâtıb, Bedir ehlinden değil mi? Allah, Bedir ehlinin (o günkü yüksek mücadelelerini) takdir etmiştir de onlara, "İstediğinizi yapın, cennet sizlere vacip olmuştur (veya ben sizleri bağışlamışımdır)." buyurmuştur.” der.11

Dipnotlar:

  1.  Vâkıdî, Meğâzî, II, 453-460.
  2. Ahzâb, 33/9.
  3. Enfâl, 8/58.
  4. İbn Hişâm, Sîret, 4, 192
  5. Vâkıdî, Meğâzî, II, 497-501.
  6. Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, VI, 7.
  7. Vâkıdî, Meğâzî, II, 510-512
  8. Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 20/10-14.
  9. Enfâl, 8/27.
  10. Buhârî, Meğâzî, 37
  11. Buhârî, Meğâzî, 9

Kaynak: DİA, Hadislerle İslam Cilt 3

İslam ve İhsan

İSLAM’A İHANET EDENLERİN FECİ AKIBETİ

İslam’a İhanet Edenlerin Feci Akıbeti

İHANETLE İLGİLİ HADİSLER

İhanetle İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.