Peygamber Efendimiz'in Eşsiz Merhameti
Akabe Günü Allâh Rasûlü’nün Minâ’da Akabe mevkiinde durup insanları İslâm’a çağırdığı gündür. O vakit bu insanların bir kısmı İslâm’ı kabûl ederken bir kısmı da Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e eziyet vermiştir. İşte o gün “Akabe Günü” diye meşhur olmuştur.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz buyururlar:
“–Uhud savaşından daha fazla daraldığın bir gün oldu mu yâ Rasûlallâh?” diye Hazret-i Peygamber’e sordum.
Şöyle buyurdular:
“–Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenâsı, onların bana Akabe Günü yaptığıdır. Ayrıca Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbn-i Abdiyâlîl’e sığınmak istemiştim de, beni kabûl etmemişti. (Aksine beni ayak takımına taşlatarak her tarafımı kan revân içinde bırakmış, yapmadık eziyet bırakmamıştı.) Ben de geri dönmüş, derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnü’s-Seâlib mevkiine varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı fark ettim. Bana:
«−Allâh Teâlâ kavminin Sana ne söylediğini ve Sen’i himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de Sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir.» diye seslendi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:
«−Ey Muhammed! Kavminin Sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allâh Teâlâ beni Sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim.» dedi.
O zaman:
«−Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sâdece Allâh’a ibâdet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.» dedim.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)
Şâir, Allâh Teâlâ’nın Habîbi’ne olan eşsiz muhabbetini ne güzel ifâde eder:
Sen ol mahbûbsun ki Hak Teâlâ rehgüzârında
Eder dünyâ ve mâfîhâyı kurbân yâ Rasûlallâh!
“Yâ Rasûlallâh! Sen öyle bir sevgilisin ki Cenâb-ı Hak, dünyâyı ve içindeki her şeyi Sen’in yolunda kurbân eder.”
Tâif yolculuğu pek çok ibretler ihtivâ etmektedir:
- Evvelâ, teblîğin çok mühim olduğunu göstermektedir. Peygamberimiz, hüzün yılı olmasına rağmen teblîğine ara vermemiş, buna sabır ve sebatla devâm etmiştir.
- Tâiflilerin kendisini taşlamalarına rağmen, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara bedduâ etmemiştir. Bu, Allâh Rasûlü’nün merhametini gösterirken, bir teblîğcinin de merhametli olması gerektiğine işârettir.
- Teblîğci hatâyı kendisinden bilmeli, insanların hidâyeti için duâ etmeli ve ümitsizliğe düşmemelidir. Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hatâ karşısında, kendisine galat-ı ru’yet izâfe ederek:
“–Bana ne oluyor ki, sizi böyle görüyorum!” (Müslim, Salât 119; Ebû Dâvud, Hâtem 4, Edeb 14.) buyururlardı. Nitekim Hazret-i Süleymân -aleyhisselâm-’ın, Hüdhüd kuşunun toplantıda hazır olmadığını fark edince:
مَا لِىَ لاَ اَرَى الْهُدْهُدَ
“…Bana ne oluyor ki (aranızda) Hüdhüd’ü göremiyorum?..” (en-Neml, 20) demesi de, bu teblîğ üslûp ve usûlündendir.
- Tâif seferinden sonra Addâs’ın îmânı çok mühimdir. Çünkü Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm- en sıkıntılı ânında bununla tesellî bulmuştur. Bu hâdise de gösteriyor ki, en büyük sıkıntılar içinde olsak dahî bir kişinin îmânı bile bizi tesellî etmelidir.
- Teblîğci hâliyle örnek olmalıdır.
- İslâm’ı teblîğ eden kimse, insanlarla muhâtab olmanın yolunu bilmeli, kültürlü olmalı, Peygamber Efendimiz’in Addâs’a muâmelesinde olduğu gibi nerede ve kime ne söyleyeceğini iyi bilmelidir.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul