Peygamber Efendimizin İlim Duâsı

Âyet-i kerîmelerde “tezkiye” ile “Kitap ve hikmetin tâlimi”nin bir arada zikredilmesi de dikkat çekicidir. Bu aynı zamanda; tezkiye olmamış bir kalple, gerçek mânâda ilim tahsil edilemeyeceği, tahsil edildiği düşünülen ilmin ise, sahibine ebedî kurtuluş yolunda hiçbir fayda sağlamayacağının bir ifâdesidir.

Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Allâh’ım, fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabûl olunmayacak duâdan Sana sığınırım.” niyâzında bulunmuştur. (Müslim, Zikir, 73)

Kalben seviye katetmemiş bir insan, -ne kadar bilgili olursa olsun- ham kalmaya mahkûmdur. O, bu hamlığıyla dünyevî ilimleri tahsil edip, meselâ bir doktor olsa, insanlara şifâ tevzî edeceği yerde, nefsânî ihtiraslarını tatmin edebilmek için, organ kaçakçılığı yapan bir insan kasabı oluverir. Bir hukukçu olsa, adâlet tevzî edeceği yerde, bir suç şebekesi lideri veya zâlim bir cellât kesilir. Bir devlet reisi olsa, zulmün kirli ve çirkin bir temsilcisi olur. Dînî ilimleri tahsil edip bir din adamı olsa, o da takvâdan uzak ve ruhsuz bir din anlayışı sergiler.

Çünkü ihtiraslarının esiri olan ham bir nefs, sahip olduğu bütün ilimleri, süflî menfaatlerine âlet ediverir. Bir câhilin cehâletiyle yapamayacağı zulmün çok daha dehşetlisini, elde ettiği ilimle kolayca yapabilir. Zira, Mevlânâ Hazretleriʼnin ifâdesiyle;

“Ahlâksıza ilim öğretmek, eşkıyânın eline kılıç vermektir.”

İLİM, ALLAH'TAN UZAKLAŞTIRAN BİR GAFLET PERDESİNE DÖNÜŞEBİLİR

Yani mânevî terbiyeden mahrum ham nefisler için ilim, kulu Rabbine yaklaştırmak yerine daha da uzaklaştıran bir gaflet perdesine dönüşüverir.

Dolayısıyla gerçek ilim tahsili, sadece bilgileri zihne depolamak değildir. İlmin kişiye dünyâda ve ukbâda fayda sağlaması için, o kimsenin mânevî terbiye neticesinde tezkiye olması, kalben merhaleler katetmesi, vicdânının ve ahlâkının olgunlaşması zarurîdir.

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Çok âlim vardır ki irfandan nasîbi yoktur. İlmi ezberleyip yutmuştur da, Allâh’ın sevdiği bir dostu olamamıştır!”

BÜTÜN İLİMLER KÂİNAT KÂİDELERİNİ TESPİT ETMEK İÇİNDİR

Şunu da unutmamak gerekir ki bütün ilimler, Cenâb-ı Hakk’ın kâinâta koyduğu kâideleri tespit gayretinden ibârettir. Hakîkî ilim ise, o safhada takılı kalmayıp bir adım daha atarak o kâideleri vaz eden yüce ve muhteşem kudreti tanımak, böylece ilâhî sır ve hikmetlere intikal edebilmektir.

Nitekim Mevlânâ Hazretleri, zâhirî ilimlerin zirvesinde olduğu, fakat henüz Hakkʼa yakınlığın mânevî hazzını tadamadığı devresini “hamdım”; gönül iklîminde ilâhî sır ve hikmetlere vâkıf olmaya başlayıp kâinat kitabının sayfalarını çevirdiği zamanlarını “piştim”, ilâhî esrârın yakıcılığında kavrulup hakîkî aşka ulaştığı mârifetullah devresini de “yandım” diye ifâde etmiştir.

NİYETLERİ KARANLIK OLANLARIN, YOLLARI AYDINLIK OLMAZ!

Öte yandan, gönlünü Kur’ân ve Sünnet ölçüleriyle istikâmete erdirmeyen bir kimsenin, ilim tahsili gibi, hiçbir amelinden de fayda gelmez. Zira Hazret-i Ali Efendimizʼin ifâdesiyle:

“Eğrinin gölgesi de eğri olur.”

İnsanın bütün hâl ve hareketleri, iç âleminin dışa yansımasıdır. Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı gibi, gönül âlemi berrak olmayan bir insandan da fazîletli davranışlar beklemek boşunadır. Niyetleri karanlık olanların, yolları aydınlık olmaz. Her küp, içindekini sızdırır. Bulanık bir gönülden, gerçek mânâda temiz ve berrak hâl ve davranışlar zuhûr etmez.

Bunun aksine, kulun iç dünyasının sâfiyet, hâlisiyet ve güzelliği; kendisi hakkındaki ilâhî takdîrin de lûtuf, rahmet ve bereket olarak tecellîsine vesîle olur. Şu kıssa, bu hakîkatin ne kadar da ibretli bir misâlidir:

NÛŞİNREVÂN VE DELİKANLI

Tarihte adâletiyle meşhur olan Nûşirevan, bir gün avda iken beraberindeki arkadaşlarından ayrıldı ve yolu bir bahçeye vardı. Orada bulunan bir delikanlıya:

“–Bana bir nar verir misin?” dedi. Delikanlı da verdi.

Nûşirevan, narın tanelerinden bolca su çıkarıp susuzluğunu giderdi ve bu hâl çok hoşuna gitti, âdeta mest oldu. İçinden;

“–Böylesine lezzetli meyvesi olan bu bahçe mutlakâ benim olmalı. Ben ne yapıp edip bu nar bahçesini almalıyım.” diye düşündü.

Ardından bir nar daha istedi. Fakat bu defa aldığı nar, kuru ve ekşi çıktı. Bunun sebebini sorunca, o firâset sahibi delikanlı:

“–Sultânım, herhâlde gönlünüz haksızlığa meyletti. Güç ve kudretinizle bu bahçeyi benden almayı düşünmüş olmalısınız.” dedi.

Bunun üzerine Nûşirevan, bahçeyi cebren alma düşüncesinden vazgeçip içindeki kötü niyetten pişman oldu, tevbe etti. Sonra bir başka nar daha isteyince, birinciden çok daha sulu ve tatlı bir nar geldi.

Hayretler içinde kalan Sultan, nardaki bu lezzetin hikmetini sordu. Delikanlı bu sefer:

“–O menfî düşüncenizden tevbe ettiğinizi zannediyorum.” dedi.

Rivâyete göre Nûşirevan, bu ve benzeri hâdiseler neticesinde intibâha geldi. İçindeki yanlış niyetleri bertarâf ederek zulüm ve haksızlıklardan bütünüyle sıyrıldı. Hakka-hukuka titizlikle riâyet etti. Böylece ismi adâletle bâkî kaldı.

Nûşirevan, haklarını fazlasıyla verip bütün halkıyla helâlleşti. Vefât ettiğinde ise tabutuyla memleketin her tarafında dolaştırıldı. Bu esnâda bir tellâl şöyle sesleniyordu:

“–Kimin bizde hakkı varsa gelsin alsın!..”

Üzerinde bir dirhem bile hakkı olan hiç kimse bulunamadı.[1]

GÜZEL VE TEMİZ BİR GÖNLE SÂHİP OLANLAR

Demek ki güzel ve temiz bir gönül dünyasına sahip olanlar, arkalarında dâimâ güzellikler ve hoş hâtıralar bırakırlar. Zira insanın bütün hâl ve hareketleri, iç âleminin bir nevî aynası mesâbesindedir. Nitekim hadîs-i şerîfte de:

“Hiç şüphesiz ki Allah Teâlâ, sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz; ancak kalplerinize nazar eder.” buyrulmuştur. (Müslim, Birr, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 9)

Yani gönüldeki arzu ve niyetlerin mâhiyetine göre Cenâb-ı Hakkʼın da kuluna bakışı ve muâmelesi değişir. Gönül dünyası temiz ve niyeti hayır olanın âkıbetini hayreyler. İlâhî takdir de, niyet ve düşüncelerdeki istikâmete göre tecellî eder.

Dipnotlar: [1] Bkz. M. Sâmi Ramazanoğlu, Musâhabe, VI, sf. 43-44.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Müslümanın Kendisiyle İmtihanında Tasavvuf, Erkam Yayınları.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.