Peygamber Efendimizin Pak Nesebi ve Ailesi
Peygamberimizin (s.a.v.) annesi ve babasının adı nedir? Peygamberimizin (s.a.v.) soyu nereden gelir? Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in pak nesebi ve ailesi.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in babası Hz. Abdullâh, annesi Hz. Âmine’dir. O’nun mübârek nesebi Hz. İsmâîl’in oğlu Kayzar sülâlesinin en şereflisi olan Adnân’a kadar uzanır.
PEYGAMBERİMİZİN NESEBİ
Rasûlullâh (s.a.v)’in neseb-i şerîfleri şöyledir: Muhammed bin Abdullâh bin Abdulmuttalib bin Hâşim bin Abdi Menâf bin Kusayy bin Kilâb bin Mürre bin Kaʻb bin Lüey bin Gâlib bin Fihr bin Mâlik bin Nadr bin Kinâne bin Huzeyme bin Müdrike bin İlyas bin Mudar bin Nizâr bin Meadd bin Adnân.[1]
Adnân’a kadar sahih olarak biliniyor, müttefekun aleyh. Ondan yukarısında ise ihtilâf var, muhtelefun fîh; bu hususta îtimâda şâyan bilgiler yok. Ama Adnân’ın Hz. İsmâil’in neslinden olduğunda ihtilâf yok. Hz. Adnan’ın hicret-i seniyyeden 14 asır kadar evvel geldiği rivâyet edilir.[2]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mensûb olduğu topluluk ne zaman ikiye ayrılsa, Allâh Teâlâ, Rasûlü’nü en hayırlı toplulukta bulundurmuştur. O’nun varlığı aydınlatan nûru, Hz. Âdem (a.s)’dan beri en temiz anne ve babalardan teselsül ettirilerek kendisine intikâl etmiştir.[3]
Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), bu husûsu hadîs-i şerîflerinde şöyle dile getirmişlerdir:
“Ben, Âdemoğulları’nın en hayırlı ve en temiz olanlarından, devirden devire, âileden âileye süzülüp geçerek, nihâyet şu içinde bulunduğum âileden vücûda getirildim!” (Buhârî, Menâkıb, 23)
PEYGAMBERİMİZİN SOY SİLSİLESİ
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in nesep zincirine âid fazilet, bir tertip içinde uzaktan yakına doğru artarak gelmiştir.
“Allâh Teâlâ İbrâhîmoğulları’ndan İsmâîl’i seçti. İsmâîloğulları’ndan Kinâneoğulları’nı seçti. Kinâneoğulları’ndan Kureyş’i seçti. Kureyş’ten Hâşimoğulları’nı seçti. Hâşimoğulları’ndan Abdülmuttaliboğulları’nı seçti. Abdülmuttaliboğulları’ndan da beni seçti.” (Müslim, Fedâil, 1; Tirmizî, Menâkıb, 1)
Rasûl-i Müctebâ Efendimiz (s.a.v) hem nesep, hem de zaman olarak süzülüp seçilmiş ve her şeyin en hayırlısına mazhar kılınmıştır.
Nesebin şerefli olmasının insan nefsinde yüksek bir yeri vardır. Şerefli insanların peygamber veya sultan olması yadırganmaz, ama nesebi düşük olanların başa geçmesi hoş karşılanmaz. Nesebin yüksek olması kişiyi bayağı iş ve davranışlardan korur, ulvî hâl ve hareketlere ve faziletlere sevk eder. Nesebi yüksek olan liderin etrafında insanlar kolaylıkla toplanabilirler. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i soylu, nesebi yüksek ve şerefli bir âileden seçmiştir.
Ebû Süfyân, daha Müslüman olmadan, Bizans kralı Herakliyus’un önünde Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in nesebinin ulviyetini, yüceliğini ikrâr etmiştir. Herakliyus, ona:
“‒Sizin içinizde nesebi nasıldır?” diye sorunca:
“‒O’nun içimizde nesebi pek büyüktür.” cevabını vermiştir…
Bir müddet sonra Herakliyus tercümâna şöyle demiştir:
“‒Ona söyle: Nesebini sordum. İçinizde nesebinin yüksek olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zâten böyle kavimlerinin nesebi yüksek olanları içinden gönderilir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 6)
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in kabîlesi Kureyş, Allah (c.c) katında değerli ve ikramlara mazhar olmuş bir kabiledir.[4] Kur’ân-ı Kerîm’deki Kureyş Sûresi buna delil olarak kâfidir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kureyş’in faziletine dâir şöyle buyurmuşlardır:
“Kureyş, Ensâr, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Eşcaʻ ve Ğıfâr kabileleri benim hâlis dostlarım ve yardımcılarımdır. Onların Allah’tan ve Rasûlullah’tan başka velîleri (dostları, himaye edenleri) yoktur.” (Buhârî, Menâkıb, 2)
“Şübhesiz bu iş (hilâfet), dîni ayakta tuttukları (ve âdil davrandıkları) müddetçe Kureyş’te olacaktır. Kim bu hususta onlara düşmanlık ederse, Allah onu yüzüstü yere serip rezîl eder.” (Buhârî, Menâkıb, 2)
Enes (r.a) şöyle buyurur:
“Hz. Osman (r.a); Zeyd bin Sâbit’i, Abdullah bin Zübeyr’i, Saîd bin Âs’ı ve Abdurrahmân bin Hâris bin Hişâm’ı çağırdı. Onlar da asıl Mushaf’tan birkaç mushaf istinsâh ettiler. Osman (r.a) işin başında, Kureyşli olan üç kişiye:
«‒Sizinle Zeyd bin Sâbit arasında, Kur’ân’ın herhangi bir kelimesinin imlâsı husûsunda ihtilâf çıktığında, onu Kureyş’in lisânı ile yazınız! Çünkü Kur’ân, Ku-reyş lisânı ile nâzil olmuştur.» buyurdu. Onlar da böyle yaptılar.” (Buhârî, Menâkıb, 3)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in büyük dedesi Kusay ve torunları, Mekke’nin gelişmesi ve refah seviyesi yükselmesi için çok mühim hizmetler yapmışlardır. Bu vesileyle kendilerinin konumları da yükselmiş, şeref ve faziletleri artmıştır:
Kusay, Kureyş’i toplamış, Mekke’ye yerleştirmiş, işlerini tanzim etmiştir. Evlatları kendisinden sonra Kâbe’nin Sikâye, Rifâde, Hicâbe, Livâ, Nedve gibi vazifelerini yürütmüşlerdir.
Hâşim bin Abdimenâf bin Kusay, Îlâf Akdi’ni yapmayı başarmış, Mekke ticaretinin sınırlarını genişletmiş, onu mahalli hudutlardan çıkarıp devletlerarası boyuta ulaştırmıştır. Kureyş’in ve hacıların istifâde etmesi için çok sayıda kuyu kazdırmıştır.
Hâşim’in kardeşi Muttalip, kurban ve hac ibadetlerine ehemmiyet vermesi, hacılara bol bol ikrâm etmesi, zulmü, haksızlığı ve fuhşiyatı terketmeyi emretmesi ve güzel ahlâka teşvikiyle tanınmış, bu güzel vasıflarıyla meşhur olmuştur.
Abdülmuttalip bin Hâşim, cömertliği sebebiyle “Feyyâz” diye, devamlı yaptığı iyiliklerine karşılık insanların kendisine çok teşekkür edip onu övmesi sebebiyle de “Şeybetü’l-Hamd” diye tanınmıştır. Ayrıca Zemzem Kuyusu’nu kazmakla meşhur olmuştur. Zira Zemzem, bol ve devamlı olması sebebiyle Mekke’deki diğer kuyuların üstüne çıkmıştır. Suyu da diğerlerinden daha tatlıdır. Zemzem kuyusu kazılmadan evvel Kusay’ın oğulları Mekke hâricindeki kuyulardan su getirirlerdi.
Abdulmuttalip Kureyş’in en zengini değildi veya Mekke’nin tek önderi değildi. Lakin Beyt-i Atîk ile bağlantısı ve hacılara hizmeti onu Mekke’nin en şereflilerinden yapmıştır.
İslâm’ın zuhurundan az evvel Kâbe’nin Rifâde ve Sikâye hizmetlerinin Ebû Tâlib üstlendi. Ancak bu uğurda sarfedeceği malı olmadığı için kardeşi Abbâs’tan on bin dirhem borç alarak hacılara ikrâm etti. Borcunu ödeme imkânı bulamayınca da bu mühim vazifeleri kardeşi Abbâs’a devretti.
İşte Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in aşîreti, normalin altında bir zenginliğe sahip olmalarına rağmen İslâm’ın zuhûru esnâsında Mekke’de bu şekilde husûsî bir ictimâî mevkîye yükselmişlerdi.
Büyük İslâm âlimi İbn-i Haldun, Peygamber Efendimiz’in nesebinin bu kadar sarîh ve tafsîlatlı bir şekilde bilinmesi ve asâletle devâm edegelmesi husûsunda şöyle demektedir:
“Hz. Muhammed’den başka hiçbir kulun, ne nesebi bu derece mazbuttur ne de Âdem’den kendilerine gelinceye kadar, soy asâleti kesintisiz bir şekilde devâm etmiştir. Bu, Allâh Teâlâ’nın Habîb-i Edîbi’ne husûsî bir ikrâmıdır.”[5]
Dipnotlar:
[1] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 28; İbn-i Hişâm, I, 1-3; İbn-i Sa’d, I, 55-56. [2] Tâhiru’l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, sad. Abdullah Sert, İstanbul: Bahar Yayınları, 1974, II, 16. [3] Bkz. Ahmed, I, 210. [4] Bkz. Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsâ b. Mihrân el-Asbahânî (v. 430), Ma’rifetü’s-sahâbe (I-VII), thk. Âdil b. Yusuf el-Azâzî, Riyâd: Dâru’l-Vatan, 1419/1998, I, 12. [5] İbn-i Haldun, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân bin Muhammed, Târîhu İbn-i Haldûn, Beyrut: Müessesetü Cemâl, 1979, I, 115.
Hazırlayan: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.
YORUMLAR