Peygamber Efendimizin Şakaları
Peygamber Efendimiz daha çok çocuklara, torunlarına, hanımlarına, fakirlere, yaşlılara ve çevresinde sevgi bekleyen kimselere şakalar yapmıştır. Bu şakaları yaparken de hiçbir zaman alay etme, hafife alma, dalga geçme, küçük düşürme gibi maksatlı şakalar yapmamış, yapanları da şiddetle uyarmıştır.
“Ben şaka yapsam da haktan başkasını söylemem.” diyen Peygamber Efendimiz’in -sallallahu aleyhi ve sellem- şakalarına ve latifeli konuşmalarına dair ne kadar bilgi sahibiyiz? Peygamberimiz nelere tebessüm eder, nerede ve nasıl şakalar yapardı? Şaka yaparken nasıl bir ölçü gözetirdi? Sahabe kendi arasında nasıl şakalaşırdı? Asr-ı Saadet’in gülümseyen yüzünü biraz olsun konuşalım, belleğimizin ve hayatımızın içine dahil edelim istedik.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şakaları (latifeleri) üzerine Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Beşer ile konuştuk.
Röportaj: Abdullah Güner
İSLAM’IN TEK KELİME İLE ÖZETİ: EMANET
Uzun yıllardır ilmi çalışmalar yapıyor, insanlara İslam’ı anlatıyorsunuz. Bütün bu çalışmalarınızın özeti olarak İslam’ı tek bir cümleyle ya da kelimeyle anlatır mısınız dediğimizde bize ne söylersiniz?
Elli yıldır okuyorum, İslam’ı doğru anlamaya çalışıyorum. Bütün bu okumalarımın özeti ya da İslam’ı tek kelime ile özetlemem gerekirse “emanet”, derim. Yani güvenme ve güvenilir olma…
Mümin, emin olan, ve emin olunan insan demektir. Allah’a inanmakla ona güvenen, böylece ebedi azaptan emin olan ve herkesin de kendisinden emin olduğu insan, mümindir.
Allah’ın isimlerinden birisi de Mümin’dir. Emniyetin, güvenin kaynağı demektir. Kendisine güveneni güvende kılan demektir. Bilindiği gibi emanet, peygamberliğin temel özelliklerinden birisidir. Söylediklerinden yüzde yüz emin olunmayan kişi, nasıl Allah adına konuşabilir? Bu sebeple Allah onu öyle eğitti ki önce Muhammedü’l Emîn oldu, sonra peygamber kılındı. Bilahare o, “Beni Rabb'im eğitti ama ne güzel eğitti!” diyecektir. Peygamberliğini ilan ederken onun peygamberliği ile ilgi ilk testi, güvenilirliği ile alakalı idi. Bütün Mekkelileri çağırdı ve: “Ben size şu dağın arkasından mücehhez bir ordu geliyor, sizi helak edecek, desem, ne dersiniz?” diye sordu. Hep bir ağızdan, “Sen söylersen doğrudur” dediler.
O halde mümin’in birinci vasfı da emanettir. Emanet güvenilir olma, hakkında: o söylüyorsa öyledir, denilebilmedir.
DİN ANCAK GÜVENİLEN / MÜMİN İNSANLARDAN ALINIR
Sizce bugün Müslümanların en muhtaç olduğu özellik nedir?
Günümüzde Müslümanlar ne yazık ki bütünüyle sözüne güvenilen insanlar değillerdir. O halde mümin olma noktasında problemimiz var demektir. Allah’ın bedeviler için dediği gibi “Mümin olduk demeyin, bari Müslüman olduk deyin. Çünkü iman henüz sizin kalplerinize işlemiş değildir”. Öyleyse yeniden ve bilinçli olarak mümin olmak gerekir.
Din ancak güvenilen / mümin insanlardan alınır. Muhaddisler, bir kerecik bile olsa, yalan söyleyen insanlardan hadis, yani dinî bilgi almamışlardır. Şimdi rahatlıkla hilafı hakikat beyanlarda bulunabilen bir ilahiyatçı, imam, hatip ya da müezzinin var olduğunu düşünelim. Böyle birisinden dinî bilgi alınabilir mi? Alınan bilgiye güvenilir mi?
GÜLDÜRMEK İÇİN YALAN SÖYLEYENE YAZIKLAR OLSUN!
Bugün Müslümanların güvenilir oluşunu sorgular hale geldik. Fakat Peygamber Efendimiz’den biliyoruz ki müminlere şaka ile dahi olsa yalan söylemeyi yasaklamıştı.
Evet. Hz. Peygamber (sav) şaka ile de olsa yalanı yasaklamıştı. Bazı insanlar İslam’a girerlerken onlardan, “Şaka ile dahi olsa yalan söylemeyeceğim.” dedirterek biat almıştı. “Yazık o adama ki insanları güldürmek için yalan söyler. Bilirler ki bu yalandır. Ama o onları güldürmek ister. Yazıklar olsun ona! Yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (Ebu Davud 4338, Tirmizî 2237). Ravi bu hadisi şerifi Nehaî’ye okuduğunda o, evet, demişti, şu ayet de bunu destekler: “Ayetlerimiz hakkında münasebetsiz sözlere dalanları gördüğünde, onlardan yüz çevir.” (6/68)
“Kul şaka ile dahi olsa yalanı terk etmedikçe gerçek mümin olamaz.” buyurmuşlardı.
Allah’ı, Kurân’ı ve peygamberler gibi mukaddesatı fıkralara konu edinenler, bu kabil insanlar sayılmışlardır.
PEYGAMBERİMİZİN 30 ŞAKASI VAR
Peygamber Efendimiz hiç şaka yapmış mıdır?
Tabii ki… Şaka insan tabiatının özelliklerindendir. Şakalaşmama kalp katılığı olarak algılanır. Bu sebeple Hz. Peygamber de zaman zaman şakalar yapmıştır. Arkadaşlarının da ona şaka yaptığı olmuştur. Bazı müellifler bunları toplamış ve müstakil risaleler haline getirmişlerdir.
Peygamber’den sadır olan şakaların otuz küsur kadar olduğunu söyler. Ama bütün bu şakalar aynı zamanda hakikattirler. Ya da onun şakaları, bir başka nükte için gerçeğin bir başka yolla anlatımıdır. Zaten şaka ancak bir nükte için yapılırsa anlamlı olabilir. Aksi halde küçültücü bir tavırdır. Şaka yapanlara gülünür ama sadece ciddi olanlar sayılır. Bu sebeple her anlamsız şaka aslında insanın izzetinden, saygınlığından bir parçanın kopmasıdır.
Peygamberimizin bu şaka anlayışı sahabede nasıl bir karşılık bulmuş?
Allah Resulü böyle anlamsız şakaları yasakladığında bir sahabî demiş ki: “Ey Allah Rasulü, bizi yasaklıyorsun ama sen de bazen şaka yapıyorsun!”
Buyurdular ki, “Ben şaka yapsam da haktan başkasını söylemem.” Sonra İbn Hacer el-Heysemî bundan şu sonucu çıkaracaktır:
“Yerinde ve güzel bir nükte için yapılan şaka da mendup derecesinde bir sünnettir”.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ŞAKALARI
Peygamber Efendimiz’in şakaları nelerdir?
Efendimiz’in yapmış olduğu şakalardan bazıları hadis-i şeriflerde şu şekilde belirtiliyor:
Aişe Annemiz anlatır: “Yaşımın genç olduğu zamanlarımda idi. Bir seferde Rasulullah’la beraberdim. Bir ara arkadaşlarına, “Siz ilerleyin bakalım” dedi. Sonra da bana, “Hadi gel yarışalım” buyurdu. Koştuk, yarışı ben kazandım. Aradan yıllar geçti. Kilo almıştım. Yine bir yolculukta, arkadaşlarına, “Siz ilerleyin” dedi. Bana da “Hadi yarışalım” buyurdu. Öncekini unutmuştum. Bu halimle ben nasıl koşarım, dedim. “Olmaz, yarışacağız” dedi. Koştuk ve o beni geçti. “Ee, öncekinin rövanşı!” buyurdular.
Abdullah b. Haris anlatır: “Allah Rasulü çocukları över ve “Hadi yarışın bakalım. Kim bana önce ulaşırsa ona şunu şunu vereceğim” derdi.Çocuklar da koşarlar, omzuna kucağına çıkarlardı. O da onları öper ve ödüllendirirdi. İbn Battâl Buharî Şerhinde bunu Allah Rasulü’nün, çocukları buluğ çağına kadar dinin emir ve yasaklarına uymaya sevdirerek alıştırılması olduğunu söyler.[i]
Bir gün torunları Hasan ve Hüseyin’e bir binek gibi sırtına çıkmalarını söylemişti. Bu manzarayı gören sahabi, “Oh! Ne güzel de bineğiniz var!” deyince, Allah Rasulü, “Ama onlar da ne süvariler!” dedi.
Konuşmalarında yakın ve uzak anlamı olan kelimeler kullanarak, tevriye yaparak şaka yaptıkları olurdu. Yine Aişe annemiz anlatır: “Ensarlı yaşlı bir kadın geldi ve ey Allah’ın Rasulü, dua edin de ben de cennete girebileyim, dedi. Rasulüllah da: “Yaşlı kadınlar cennete girmez” buyurdular. Kadıncağız ağlayarak döndü. Efendimiz de: “Yetişin ve deyin ki yaşlı kadın cennete yaşlı olarak girmez. Allah’ın şu ayetini bilmiyor musunuz: “Biz cennete girecek kadınları yeniden yaratacağız. Terü taze, bekâr ve zinde yaşlarında olacaklar” (56/35-37), buyurdular.
DOĞRULARIN SÖYLENMESİ SAKINCALI İSE…
Biz Allah Rasulü’nün şöyle dediğini biliyoruz: “Tarizli, yani üstü kapalı ifadelerde yalandan kurtulma imkanları vardır.” Çünkü bazen doğrunun söylenmesi sakıncalı olabilir ama yalan söylemek de haramdır. O halde, mesela yaşı altmışa yaklaşan birisine, kaç yaşındasın dediklerinde, otuzu geçtim dese bu yalan değildir. Ama bir gerçeği de gizlemiştir. İşte doğruların söylenmesinin sakıncalı olduğu yerlerde kurtuluş yolu budur demektir.
Enes nakleder: Bir bedevi gelip Efendimizden binek olarak bir deve istedi. Efendimiz de: “Tamam, seni bir devenin yavrusuna bindireceğim.” buyurdular. Bedevî de bunu bir alaya alma sanıp, Ey Allahın Rasulü, deve yavrusunu ben ne yapayım, dedi. Efendimiz de "Her deve bir başkasının yavrusu değil midir?” buyurdular.[ii]
Söz oyunu ile şaka yaptığı olurdu. Suheyb hasta idi, göz ağrısı çekiyordu. Rasulüllah, latife yaparak onun gönlünü hoş etmek istiyordu. Suheyb diyor ki ben hurma yiyordum. Efendimiz buyurdular ki, “Suheyb, hem gözün ağrıyor, hem de hurma yiyorsun?” Sanki gözümle yediğimi ima ediyordu. Ben de dedim ki, öbür yanımla yiyorum. Güldüler.
Avf el-Eşcaî adlı sahabî anlatır: Tebük Seferi'nde Rasulüllah’ın deriden küçük bir çadırı vardı. Çadıra gelip selam verdim. Gir! Diye karşılık verdiler. Bütün olarak mı gireyim, ey Allah Rasulü, diye latife yaptım. (Çadırın küçüklüğüne işaret ediyordu). “Evet, bütün olarak gir” dediler.
GÜLE DÖNEN SAHABE
Rasulüllah’ın azatlı kölesi Sefine (kelime anlamı gemi demektir) diyor ki, bir yolculukta taşımam için verdikleri yük bana ağır geliyordu. Şikâyette bulundum. Efendimiz, latife yaparak, çıkınını yay bakalım, dedi. Herkes eşyasını ona doldurmaya başladı. “Hadi şimdi taşı, çünkü sen sefinesin (gemisin) ya!” Buyurdular. Vallahi bu latife üzerine bana iki üç deve yükü yükleselerdi bile vız gelirdi.
Yanakları pembe pembe bir adama latife yollu: “Ebulverd olmuşsun / güle dönmüşsün!” buyurdular. Ondan sonra, onun adı da Ebu Hureyre gibi Ebul-verd kaldı.
Zeyd b. Elsem anlatır: Ümmü Eymen denen bir kadın gelip Rasulullah’a, kocam sizi davet ediyor, demişti. Allah Rasulü: “Senin kocan kim? Şu gözünde beyazlık olan adam mı?” dedi. Kadın, “Vallahi benim kocamın gözünde beyazlık filan yok” deyince Efendimiz: “Hiç kimse yoktur ki, gözünün beyazı bulunmasın” dediler.
Sevgili Enes’in hep Efendimizin yanında ve onun hizmetinde bulunduğunu herkes bilir. Rasulullah bazen Enes’e latife yapar ve “Seni gidi iki kulaklı!” derlermiş.[iii] Bununla çok iyi dinlediğine işaret ederlermiş.[iv]
Yine Enes anlatır: Ebu Umeyr künyesiyle anılan bir kardeşim vardı. (Umeyr, Ömercik demektir). Kuş meraklısı idi, evde bir serçe beslerdi. Efendimizin yanına geldiğinde ona: “Ömercik, ne yapıyor serçecik?” diye latife yapardı. Bir defasında, neden Ömerciği hüzünlü görüyorum?” diye sordular. Serçesi öldü de ondan, dedik.
Sonraları fıkıhçılar bu olaya dayanarak evde kuş beslemenin caiz olduğu kanaatine varacaklardır.
ALLAH KATINDA NE KADAR DEĞERLİSİN?
Numan b. Beşîr anlatır: Ebubekir, Rasulullah’ın evine gelmişti. Daha kapıda iken kızı Aişe’nin Rasulullah’a sesini yükselttiğini duydu. Girer girmez ona, Allah Rasulü ile nasıl böyle konuşursun diyerek bir tokat aşketmek için elini kaldırmıştı ki Efendimiz araya girip engel oldu. Ebubekir de sinirli bir halde dışarı çıktı. Allah Rasulü, Aişe’ye, “Gördün mü, dedi. Seni adamın elinden nasıl kurtardım!” Aradan günler geçti. Ebubekir gelip aralarının çok iyi olduğunu görünce: “Beni savaşınıza kattığınız gibi barışınıza da katın” dedi. Efendimiz de: “Kattık, kattık” buyurdular.[v]
Aişe annemiz anlatır: Allah Rasulü Tebük ya da Hayber seferinden dönmüştü. Benim bir oyuncak sandığım vardı. Kapağı açılınca içindeki oyuncaklarımı gördü ve “Bunlar da ne, Aişe!?” dedi. Kızlarım, dedim. İçlerinde kanatlı bir at vardı. “Peki bu ne?” diye sordu. At, dedim. “Ama kanatları var, bunlar ne?” diye sordu. Duymadın mı, dedim. Hz. Süleyman’ın atlarının kanatları varmış. Bunun üzerine dişleri gözükünceye kadar güldüler.
Zahir b. Haram adlı bir sahabî vardı. Cesur bir adamdı. Bâdiyede yaşar, Medine’ye geldiğinde Efendimiz'e badiyeden / vahalardan yani yayladan hediyeler getirirdi. Efendimiz onu çok severdi. Onun için, “Zahir bizim yaylamız biz de onun şehriyiz”, diye latife yapardı. Bir defasında Zahir Medine pazarında badiyeden getirdiği mallarını satıyordu. Allah Rasulü sezdirmeden onu arkadan kavradı ve “bil bakalım ben kimim?” gibi bir şey söyledi. Zahir önce, “bırak beni, kimsin sen!” diye bağırdı, tanıyınca da onun göğsüne iyice yaslandı. Efendimiz; “Köle satıyorum, yok mu alan?” diye şaka yaptılar. Zahir ufak tefek çelimsiz bir adamdı. Ey Allah’ın Rasulü, satmaya kalkarsan elinde kalırım, beni kimse almaz, deyince, “Ama sen Allah katında ne kadar değerlisin, biliyor musun!” buyurdular.[vi]
Ve son bir nükte: Bir gün bir sahabî gelip Allah Rasulüne şu ricada bulundu: “Bana öyle bir şey öğret ki, cennete girmek için artık başka bir şeye ihtiyacım kalmasın”:
“Allah de! Sonra da dosdoğru ol” buyurdular.
SAHABENİN YAPTIĞI ŞAKALAR
Sahabelerin yaptığı şakalar var mı? Bunlara da örnek verir misiniz?
Şaka dendiğinde ilk akla gelen sahabî Muhtemelen Nuayman’dır. O çok anlamlı nükteler ve şakalar yapan birisi idi. Medine’ye ne zaman turfanda bir yiyecek gelse ondan bir miktar satın alır, Rasulüllah’a getirir ve “Buyur,ya Rasulullah, bu size hediyemdir” derdi. Ardından satıcı parasını almaya gelince de, “Ey Allah’ın Rasulü, lütfen borcunuzu öder misiniz” der ve isterdi. Efendimiz, “Nuayman, sen onu hediye olarak vermedin mi?” diye sorduğunda, “Ey Allahın Rasulü, ödeyecek param yok. Onu senin yemeni istedim, sana getirdim. Şimdi de lütfen parasını ver” derdi. Efendimiz de güler ve bedeli öderdi.
PEYGAMBERİMİZ VE ASHABIN UZUN SÜRE GÜLDÜĞÜ ŞAKA
Onun meşhur bir şakası da şudur: Rasulullah’ın vefatından bir yıl kadar önce Hz. Ebubekir Nuayman ve Selît b. Harmele ile beraber ticaret amacıyla Basra’ya giderler. Selit yolda yemekten sorumlu olanlarıdır. Bir süre sonra Nuayman Selit’ten yemek ister. Selit de bu talebi, “Hayır, Ebubekir gelmeden asla!” diyerek reddeder. Nuayman, “Ben de sana yapacağımı yapayım da gör!” der. Bir topluluğa uğrarlar. Nuayman onlara, “Benim bir kölem var, alır mısınız?” diye sorar. Ama der Nuayman, o size de muhtemelen şöyle söyleyecektir: Ben köle değilim, ben onun kuzeniyim. Böyle derse vazgeçtik demeyecek ve sözleşmeyi bozmayacaksınız. Tamam, derler, onun sözüne aldırmayacağız. Anlaşırlar ve Selit’i on genç deve yavrusu karşılığı satın alırlar. Selit olanlardan habersiz, onlar Selit’i almaya gelince gitmemekte direnir. Onlar da bir sarık bezini boynuna bağlayarak çekmeye başlarlar. Selit: “O sizinle şaka yapmıştır, ben köle değilim” derse de onlar: “Biz senin bu numaranı biliyoruz, kanmayız.” diyerek sürükleyip götürürler. Hz. Ebubekir geldiğinde durumu öğrenir, hemen koşar ve adamları yetişerek: “Yapmayın, Nuayman şakacı birisidir, size şaka yapmıştır” diyerek onları ikna eder. Deve yavrularını iade ederek Selit’i alıp getirir. Döndüklerinde durumu Hz. Peygambere anlatırlar. O da ashabı da uzun süre gülerler.[vii]
Bir gün bir bedevî Rasulullah’a gelmiş, devesini kapıda bağlayıp içeri girmişti. Sahabeden birisi Nuayman’a, keşke dedi, şu deveyi boğazlasan da yesek. Eti çok özledik. Nuayman deveyi hemen kesti. Bedevi çıkıp durumu görünce, “Vay başıma gelene! Devemi kesmişler ya Muhammed!” diye bağırdı. Efendimiz çıktı, “Bunu kim yaptı!” diye sordu. Nuayman, dediler. Allah Rasulü Nuaymân’ı aradı ve Dubaa bt. Zübeyr’in evinde buldu. Bir dehlizde bir hurma dalının altına saklanmıştı. Birisi yerini işaret etti. Rasulullah da onu oradan çıkardı ve “Neden böyle yaptın?” diye sordu. “Ey Allah’ın Rasulü! Benim yerimi sana söyleyenler, bana da böyle yapmamı söylediler” dedi. Efendimiz bir yandan onun alnındaki toprakları siliyor bir yandan da gülüyordu. Sonra da bedevinin devesini tazmin etti.
Bütün heybeti ve haşin tavrına karşılık bir gün Ömer bir cariyesine şaka ile: “Beni eşrafı yaratan yaratmış, seni de ayak takımını yaratan yaratmıştır” demişti. Cariyenin bu sözden alındığını görünce sözünü şöyle açıkladı: “Eşrafı da ayak takımını yaratan da tek Allah değil mi?”
Dipnotlar:
- İbn Battal, Şerhu’l-Buharî
- Ebu Davud, Sünen, HNo: 4346
- Ebu Davud, 4349
- Avnu’l-Mabud
- Ebu Davud, HNo: 4347; Nesâî.
- Feyzul Kadir (البغوي) في المعجم (عن أنس) ورواه عنه أيضا الترمذي وأحمد وأبو يعلى والبزار والطبراني وغيرهم وقال الهيثمي ورجال أحمد رجال الصحيح اه.
- رواه أحمد، وأبو داودالطيالسي ، والزبير بن بكار فى كتاب الفكاهة