Peygamber Efendimiz’in Sevmediği Şeyler

Peygamber Efendimiz’in hayatında nezâfet, nezâket, şefkat ve merhamet...

Birçok sahâbînin rivâyetine göre, Hazret-i Peygamber insanların en güzel huylusu olup en nâzik davrananıydı. Her zaman mütebessim idi. Yüzünde parıldayan bir aydınlık ve nûr vardı.

YOLDA YÜRÜRKEN PEYGAMBERİMİZİ ÜZEN DAVRANIŞ

Hazret-i Peygamber, o kadar rikkatle incelmiş hassas bir kalbe sahipti ki, birgün yere tüküren bir adam gördüler. Mübârek sîmâları birdenbire kızardı ve kalakaldılar. Sahâbe koşuştu. Tükrüğün üstünü örttü. Ondan sonra Allah Resûlü yollarına devâm ettiler.

PEYGAMBERİMİZİN GİYİM-KUŞAMI

Hazret-i Peygamber, elbisesinin temiz olmasının, Müslümanın Allah katındaki üstün değerine işâret ettiğini belirtmiş, beyaz elbise giyilmesini ve ölülerin bununla kefenlenmesini tavsiye etmiş, zîrâ bunun daha temiz, güzel ve daha hayırlı olduğunu ifâde buyurmuştur.[1]

Elbiselerin düzeltilmesini emreden, giyim-kuşamda pejmürdeliği hoş görmeyen Hazret-i Peygamber, saç ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezlerdi. Nitekim bir seferinde Resûlullah mesciddeyken, saçı-sakalı karışmış bir adam çıkagelmişti. Hazret-i Peygamber, eliyle ona saç ve sakalını düzeltmesini işâret etti. Adam, bu emri yerine getirdiğinde Allah Resûlü:

“Bu hâl, herhangi birinizin şeytan gibi saçı-başı dağınık dolaşmasından daha güzel değil mi?” buyurdular. (Muvatta’, Şaar, 7; Beyhakî, Şuab, V, 225; Aliyyü’l-Kârî, Mirkât, VIII, 261)

Yine Hazret-i Peygamber, birgün saçı-başı darmadağınık bir adam görmüşlerdi. Hayretle:

“Niçin bu adam saçlarını yıkayıp taramıyor?” buyurdular.

Üzerinde kirli elbiseler bulunan bir kimseyi gördüklerinde de:

“Bu zât elbiselerini yıkayacak su bulamıyor mu?” buyurarak müslümanların temiz ve tertipli olmaları gerektiğini ifâde ettiler. (Ebû Dâvûd, Libâs, 14/4062; Nesâî, Zinet, 60)

Peygamber Efendimiz’in zarif hâlini sergileyen şu rivâyet ne güzeldir:

Ebû Kursâfe (r.a.) şöyle der:

“Ben, annem ve teyzem, Resûlullah Efendimiz’in huzûruna, bey’at etmek için gitmiştik. Huzûr-i âlîlerinden ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana:

«–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü ondan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.»” (Heysemî, VIII, 279-280)

PEYGAMBERİMİZİN HOŞLANMADIĞI ŞEYLER

Hazret-i Ömer anlatıyor:

“Görgüsüz bir bedevî, Hazret-i Peygamber’e sebepsiz yere üç kere seslenmişti. Onun bu gönül sıkıcı tavrına rağmen Resûlullah, bedevînin her seslenişinde; «Buyur!» diye mukâbelede bulunarak muhâtabının kabalığına karşı dâimâ nezâketle davrandı.” (Heysemî, IX, 20)

Efendimiz rûhlarının nezâket ve derinliği sebebi ile hırpânîlikten çok rahatsız olurlardı. Bir başka sefer, yine üstü-başı dağınık olarak huzûruna gelen bir adama:

“Malın var mı? Hâlin-vaktin nasıl?” diye sormuş, adamın maddî durumunun iyi olduğunu bildirmesi üzerine:

“O hâlde, Allah sana mal verince, eseri üzerinde görünsün!” diye onu îkâz etmişlerdir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 14/4063; Nesâî, Zînet, 54; Ahmed, IV, 137)

Başka bir hadîs-i şerîflerinde de:

“Allah, kuluna verdiği nîmetin eserini onun üzerinde görmeyi sever.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Edeb, 54/2819; Ahmed, II, 311)

Lâkin Allâh’ın bizlere lutfettiği nîmetleri kendimiz için kullanırken de îtidâli muhâfaza etmemiz gerekir. Yâni hasislik gibi bir tefritten sakınmak adına, müsriflik gibi bir ifrata da kaçmamak lâzımdır. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulur:

“Muhakkak ki saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar...” (el-İsrâ, 27)

Bu gerçekler, İslâm’da dengeli ve âhenlik bir zâhirî temizlik ve estetik ile; kalp temizliği ve güzelliğinin birbirinin tamamlayıcısı olduğunu ne güzel ifâde eder.

Yeni ve güzel bir elbise giyen Müslüman, gurur ve kibre kapılmamak için, bütün nîmetlerin Allâh’ın bir lutfu olduğu idrâki içinde Hazret-i Peygamber gibi duâ etmelidir. Resûlullah, yeni bir elbise giydiğinde:

“Allâh’ım! Sana hamd ederim, bana bu elbiseyi giydirdin! Allâh’ım! Sen’den bu elbisenin ve onun kullanıldığı hayırlı işin bereketini dilerim. Bu elbisenin ve kullanılacağı kötü amelin şerrinden de Sana sığınırım!..”[2] diye duâ ederek, her nîmetin Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı yolunda kullanılmasını arzu buyururlardı.

KIYAMET GÜNÜ REZİLLİK ELBİSESİ GİYECEKLER

Gurur, kibir ve ucub duyguları içinde giyinenlerin, kıyâmet günü rezillik elbisesi giyeceğini ifâde ederek ümmetini cehennem ateşine karşı îkaz buyurmuşlardır. Yine Hazret-i Peygamber, örfte kullanılan hiçbir kötü ve kaba sözü ağzına almaz ve şöyle buyururlardı:

“Kıyâmet günü, mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Hazret-i Peygamber, «kara kadının oğlu» diyerek Bilâl-i Habeşî’yi (r.a.) tahkîr eden Ebû Zer el-Gıfârî’ye (r.a.):

“–Ey Ebû Zer! Gerçekten sen, hâlâ kendisinde câhiliye âdeti bulunan bir kimse imişsin!” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40)

Allah Resûlü’nün bu ihtârı üzerine Ebû Zer (r.a.) başını eşiğe koymuş:

“–Yâ Bilâl! Sen ayağınla başımın üzerine basıp geçmedikçe onu yerden kaldırmam!..” diyerek yapmış olduğu bir nezâketsizliği affettirebilmek için bu şekilde telâfî cihetine gitmiştir.

Allah Resûlü, nezâketleri sebebiyle misafirlerine bizzat kendileri hizmet ve ikrâm ederlerdi. (Beyhakî, Şuab, VI, 518, VII, 436)

Çocukluğunda dahî hiçbir kimse ile nezâketi zedeleyici bir münâkaşa ve mücâdelesi yoktu. Fakir, yetim, kimsesiz ve dullara şefkat ve yakınlığı ile tanınırdı. (Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41-42)

Bir gün Enes (r.a.) şöyle dedi:

“–Resûlullah’ın kokusundan daha güzel ne bir amber ne bir misk ne de herhangi bir hoş koku kokladım. Resûlullah’ın mübârek teninden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum.”

Kendisini dinlemekte olan talebesi Sâbit:

“–Ey Ebû Hamza, sen sanki her dâim Resûlullah’a bakıyormuş ve mübârek sadâsını işitiyormuş gibi yaşıyorsun, değil mi?” diye sordu.

Hazret-i Enes (r.a.) şu cevâbı verdi:

“–Evet, öyle! Vallâhi kıyâmet günü de O’na kavuşmayı umuyorum. Yanına varınca:

«–Yâ Resûlallâh! Küçük hizmetçin geldi!» diyeceğim.

Allah Resûlü Efendimiz’e Medîne’de on sene hizmet ettim. Ben o zamanlar küçük bir çocuktum. Her yaptığım iş Efendim’in arzu buyurduğu gibi değildi. Buna rağmen Resûlullah bana, yaptığım hiçbir iş için «üf» demedi. «Bunu niçin yaptın, şunu niçin yapmadın?!» demedi.” (Ahmed, III, 222. Ayrıca bkz. Buhârî, Savm 53, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 82)

[1] Tirmizî, Edeb, 46/2810.

[2] Ebû Dâvûd, Libâs, 1/4020; Tirmizî, Libâs, 29/1767.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.