Peygamber Efendimizin Tebliğ ve Davet Vasıtaları
Peygamber Efendimiz nasıl tebliğ yapmıştır? Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve davet vasıtaları nelerdir? Hz. Muhammed’in (a.s.) tebliğ ve davet yöntemleri.
Peygamber Efendimiz; “Ey örtüsüne bürünen (Habîbim), kalk ve inzâr et!” (el-Müddessir 74/1-2), “Ey Resûl! Rabbinden sana inen vahyi tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmiş olmazsın…” (el-Mâide 5/67) ilâhî buyrukları gereği Allah Teâlâ’nın dinini tebliğe başlamış, insanları dalâletten kurtarıp ebedî saâdete eriştirme yolunda kendini helâk edercesine bir mücâdele ve mücâhede hayatı yaşamıştır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanlara dinin ahkâmını, emir ve yasaklarını bir kısım zarurî ve meşru vasıtalar kullanarak tebliğ etmiştir. Bunların başında Kur’ân-ı Kerîm, gösterdiği mu’cizeler, örnek yaşayışı, verdiği dâvet ve ziyâfetler, yetiştirdiği muallim ve tebliğciler, gönderdiği mektup ve elçiler gelmektedir. Allah Resûlü’nün tebliğ ve dâvet vasıtalarını iyi tahlil edip anlamak, her zaman ve mekânda İslâm’ı en güzel metotlarla insanlara ulaştırmanın yolunu bizlere öğretecek, ufkumuzu açacak ve önümüzü aydınlatacaktır.
1. KURAN-I KERİM
Peygamber Efendimizin tebliğinin esâsını ve ana çerçevesini Kur’ân-ı Kerîm teşkil etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî kelâma muhâtab olan ilk kitlenin diline uygun olarak Arapça inzâl edilmiş ve Rabbimizin büyük bir lütfu olarak Peygamberimiz’in diline kolaylaştırılmıştır. Bu sâyede Allah Resûlü, Kur’ân’ı kavmine aktarmış; onun vâsıtasıyla takvâ sâhibi olanları cennetle müjdelemiş, hakka karşı inatla direnen ve şiddetle düşmanlık eden toplulukları inzar etmiştir.
İnsanlar için kolaylaştırılan ve üzerinde tefekkür etmeleri istenilen Kur’ân-ı Kerîm, dinleyenleri etkileyen bir özelliğe sâhiptir. Akl-ı selîm sâhibi bir insanın Kur’ân’ı sâdece dinlemesi bile onun Hak kelâmı olduğunu anlamasına kâfî gelir. Dolayısıyla Efendimiz’in bizzat Kur’ân’ı duyurma sorumluluğu bulunmaktaydı. Âyet-i kerîmede:
“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, onu himâye et. Tâ ki Allah’ın kelâmını işitebilsin, (düşünüp taşınsın, hakîkatlere muttalî olsun) Sonra onu emîn olduğu yere ulaştır…” buyrulur. (et-Tevbe 9/6)
Demek ki Kelâmullâh’ın sadâsının kulaklara ulaşması, îmân nûrunun kalbe yerleşmesine vesile olmaktadır. Diğer âyet-i kerîmelerde ise Peygamberimiz’in “münzir” ve “mübeşşir” yani uyarıcı ve müjdeleyici vasfının ancak Kur’ân vâsıtasıyla gerçekleştiği bildirilmektedir. (eş-Şûrâ 42/7; Kâf 50/45; Furkân 25/52)
Kur’ân-ı Kerîm Peygamber Efendimizin en büyük mu’cizesidir. Bir hâdis-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Gönderilen her peygambere, insanların îmâna gelmesine vesile olacak bir mu’cize muhakkak verilmiştir. Bana verilen de Allah’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu sebeple kıyâmet günü ümmetimin diğerlerinden sayıca çok olmasını ümit ediyorum.” (Bûhârî, İ’tisam, 1)[1]
2. PEYGAMBER EFENDİMİZİN MUCİZELERİ
Mucizeler nübüvvetin zarûrî bir delili değil, sâdece muhâtaba âni bir tesir yaparak peygamberin doğruluğunu gösteren bir alâmettir. Nübüvvetin esas hedefi fazilet ve güzel ahlâkı öğretmektir. Bu bakımdan peygamberlerin örnek yaşayışları, seciye ve ahlâkları ile meydana getirdikleri mu’cizeleri, kâfirlerin talebi veya bir ihtiyaç üzerine gösterilen ânî, hâricî ve geçici hârikulâde hâdiselerden çok daha önemli ve tesirlidir. İnsanların peygamberlerin sünnetini tâkip etmeleri gerekir.
Resûlullâh, tebliğ ve dâvette muhatabın gönlünü ve ruhunu mânen tesir altında bırakarak İslâm’a ısınmasını sağlamak maksadıyla mu’cizeler göstermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu neviden gösterdiği mu’cizeler pek çoktur. Biz sâdece örnek olması bakımından bir kaçına yer verdik. Ancak Peygamberimiz bu tür mu’cizeleri, kendi insiyatifi ile değil tamamen Allah’ın izni ve yardımıyla gerçekleştirmiştir.
3. PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÖRNEK HAYATI
Allah’a dâvette tebliğin en mühim vasıtalarından biri, dâvetçinin medh ü senâya lâyık davranışları, yüce vasıfları ve temiz ahlâkı ile ortaya koyduğu örnek yaşayışıdır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, tebliğ ettiği esasları öylesine yaşıyor ve mükemmel bir şekilde temsil ediyordu ki ona bakan bir insan, başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan doğruluğuna kanaat getirebiliyordu. Çok defa onu görmek, peygamberliğini kabul etmeye yetiyordu.
İnsanları kendisine hayran bırakan bu örnek yaşayış Resûlullâh’ta henüz peygamber olmadan önce de mevcuttu. O, nübüvvetine kadar kırk yıl boyunca nezih bir hayat sürmüş, içinde yaşadığı toplumda yaygın olan günah ve çirkinliklerin hiçbirine bulaşmamıştı. Âyet-i kerîmede:
“...Vahiy gelmeden önce de içinizde bir ömür yaşadım. Artık düşünmeyecek misiniz?” (Yûnus 10/15-16) buyrularak bahsedilen hakîkate işâret edilmektedir.
Allah Resûlü, gençliğinden itibaren mürüvvette insanların en üstünü, hayâda en kâmili, asâlette en mümtazı, himâyede en güzeli, tahammülde en kavîsi, sözüne en sâdık, güvende en ileri ve her türlü sefâhetten en uzak olanı idi. Kavmi onu el-Emîn diye vasıflandırmıştı. Hatta el-Emîn vasfı, Peygamber Efendimiz’in ikinci bir ismi olmuştur. Varlık Nûru 25 yaşına geldiğinde Mekke’de sâdece el-Emîn ismiyle çağrılıyordu. (İbn-i Sa’d, I, 121, 156)
4. PEYGAMBER EFENDİMİZİN YETİŞTİRDİĞİ MUALLİM VE MÜBELLİĞLER
Peygamber Efendimiz, fiilî ve sözlü teblîğâtıyla İslâm’ı bizzat insanlara ulaştırırken yetiştirdiği muallim ve dâvetçiler vasıtasıyla daha şümullü bir tebliğ faaliyetine girişmiştir. Feyizli sohbetlerinde gönüllerini kutsî ilimlerle ve manevi nûrlarla dolduran istidâtlı ve kâbiliyetli ashâbını, hem Mekke-Medine sınırları içinde hem de çevre beldelerde İslâm’ı hâlleriyle ve sözleriyle öğretmek üzere vazifelendirmiştir. Çevre kabilelerden ve bölgelerden gelen İslâm’ı öğrenme taleplerine cevap vermek üzere irşad heyetleri göndermiştir.
5. PEYGAMBER EFENDİMİZİN DAVET MEKTUPLARI VE ELÇİLERİ
Peygamber Efendimiz’in İslâm’ı cihâna yaymak için kullandığı tebliğ vasıtalarından biri de çevre ülkelerin devlet başkanlarına yazdığı mektuplar ve gönderdiği elçilerdir. Bizzat gitmeye imkân bulamadığı bölgelerin insanlarına mektuplar ve elçiler göndererek tebliğ vazifesini noksansız bir şekilde îfâ etmiştir.
Kaynakların bildirdiğine göre Efendimiz, Mekke döneminde de bir kısım mektuplar göndermiştir.
6. PEYGAMBER EFENDİMİZE GELEN HEYETLER
Medine döneminin son yıllarında İslâm, civar beldelerde tanınıp bilindikten sonra kabileler akın akın Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmaya başladılar.
Peygamber Efendimiz, Medine’ye gelen heyetlerle fevkalâde dikkatli ve nâzik bir şekilde ilgilenmiştir. Onlara karşı, hep değer verici ve iltifat edici bir üslûp kullanmıştır. Onun, gelen heyetlere karşı nâzik davranmansı, problemleri ile yakından alakadar olması, İslâm’ın her tarafta duyulmasına ve her açıdan hüsn-i kabul görmesine sebep olmuştur.
7. BAHŞİŞ, HEDİYE, ZİYÂFET VE TOPLANTILAR
Peygamber Efendimiz, kendisine verilen hediyeleri kabul etmiş ve imkân buldukça dost ve düşman herkese, özellikle gelen heyetlere hediyeler vermeye özen göstermiştir. Hatta son hastalığı sırasında birçok sıkıntılar içindeyken bile gelen heyetlere hediyeler verilmesini emretmiştir. (Bûhârî, Cizye, 6)
Resûlullâh, tebliğe başladığı ilk yıllarda özellikle yakın akrabasını İslâm’a dâvet ederken yemekli toplantılar tertip etmiş, ziyâfetten sonra ilâhî talimatları onlara bildirmiştir. (İbn-i Hanbel, I, 111, 159; İbn-i Sa’d, I, 187; Heysemî, VIII, 302-303)
Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları
YORUMLAR