Peygamber Efendimiz'in Tevâzû Hâli
Başkalarını hor görerek kendini beğenmek kadar, insanı mânen helâk eden bir başka felâket yoktur. Bunun içindir ki Mevlânâ Hazretleri, birçok mânevî tehlikeden selâmetin; tevâzûya bürünmekle mümkün olacağını ifade sadedinde şu teşbihte bulunmuştur: “Kılıç, boynu olanın boynunu keser!.. Gölge, yerlere döşenmiş olduğundan, hiçbir kılıç darbesi onu yaralamaya muvaffak olamaz.”
TEVÂZÛ, SÂHİBİNİ MÂNEN YÜCELTİR
Sahibini mânen yücelten hakîkî tevâzû, kişinin hikmet ve mârifetinin de artmasına, basîretinin açılmasına vesîle olur. Bu meyanda da Mesnevî’de şöyle buyrulur:
“Tevâzû sebebiyle sûretâ alçalsan bile, Allah senin gözlerine, doğru görmek basîretini ihsân eder. Artık her şeyin hakîkatini açıkça görür, «Allâh’ım, bize bütün eşyânın hakîkatlerini olduğu gibi göster.» hadîs-i şerîfinin sırrına muttalî olursun.”
MÜTEVÂZI İNSAN
Tevâzû; merhameti, hizmeti ve cömertliği doğurur. Mütevâzı insan, hizmet ehlidir, merhametlidir, şefkatlidir. Bunun zıddına, tevâzûdan nasipsiz bir insan da, kibirlidir, hasistir, ilâhî lutuflardan mahrumdur.
İmam Şârânî “el-Bahrü’l-Mevrûd” adlı eserinde der ki:
“Bir mânevî mecliste en çok istifâde eden, orada en çok tevâzû ve mahviyet gösterendir. Çünkü rahmet-i ilâhî dâimâ fakîrü’l-meşreb, mütevâzı kimselerin gönlüne nüzûl eder. Görmüyor muyuz ki, yağmur suları bile dâimâ çukurlar ve ovalarda toplanıyor, derelerde akıyor.”
EFENDİMİZ’İN TEVÂZÛ HÂLİ
Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:
“Allah Teâlâ bana; «Birbirinize karşı öyle alçak gönüllü olun ki, hiçbiriniz diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiçbir kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın.» diye vahyetti.” (Müslim, Cennet, 64)
Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- hür ve kölelerin dâvetine icâbet eder, bir yudum süt de olsa hediyeyi kabul eder ve ona hediye ile mukâbele ederdi. Toplumda hor görülen, küçümsenen câriye veya yoksul insanların isteklerini dikkate alma husûsunda da büyük bir titizlik gösterirdi.
PEYGAMBER EFENDİMİZ, NÖBETLEŞE AT BİNİYORDU
Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- ashâbıyla birlikte Bedir’e doğru yola çıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla üç kişi biniyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû Lübâbe -radıyallahu anhüm- ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Efendimiz’e gelince arkadaşları:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Lütfen siz binin! Biz, Siz’in yerinize de yürürüz.” dediler. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ise:
“–Siz yürümeye benden daha tahammüllü değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha müstağnî değilim.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 21)
Mekke’nin fethi, müslümanların yirmi sene çektiği çile, ıztırap ve zulümlerden sonra Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği en büyük zaferdi. Ancak Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Mekke’ye zafer işâretleriyle değil, devesinin üzerinde secdeye kapanmış olarak ve bir şükür edâsı içinde girmiştir. En cüz’î bir benlik tezâhürüne karşı koymak üzere de:
“Ey Allâh’ım! Hayat, ancak âhiret hayâtıdır!” niyâzında bulunmuştur. (Vâkıdî, II, 824; Buhârî, Rikâk, 1)
Mekke’nin fethi günü, korku ve heyecandan titreyerek:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana İslâm’ı telkin buyurunuz!” diyen hemşehrisini, imkânlarının en zayıf olduğu zamandan misal vererek teskin etti ve:
“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Muhtereme vâlidesini kastederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetîmiyim!..”[1] diyerek kâ’bına varılmaz bir tevâzû gösterdi.
PEYGAMBER EFENDİMİZ'E AŞIRI TÂZİM GÖSTERMEK
Yine aynı gün, ihtiyar babasını sırtına alarak huzûruna getiren ve ona îman telkîn etmesini isteyen Hazret-i Ebû Bekir’e:
“–Yâ Ebâ Bekir! Şu ihtiyar babanı neden buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidemez miydik?!.” karşılığını verdi.[2]
Kendisine aşırı tâzim gösterenlere de:
“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah beni «Rasûl» edinmeden önce «kul» edinmişti.” ikâzında bulundu. (Heysemî, IX, 21)
Dipnotlar: 1) Bkz. İbn-i Mâce, Et’ime, 30; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, II, 64. 2) Bkz. Ahmed, VI, 349; Heysemî, VI, 174; İbn-i Sa’d, V, 451.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından, Erkam Yayınları