Peygamber Efendimiz’in Üç Büyük Sıfatı
Peygamberler, insan olmakla birlikte, diğer insanlardan farklı bir takım sıfatlarla donatılmıştır. Bu, onların elçi, rehber ve önder oluşlarının tabii bir sonucudur. İşte Peygamberimizin (s.a.v) diğer peygamberler dışında üç büyük sıfatı nedir?
Peygamberlerin beş sıfatı dışında yalnız Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e âit üç büyük sıfat daha vardır.
Bunlar:
1. Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Habîbullâh’tır, bütün peygamberlerden efdaldir ve O, insanlığın en şereflisidir. Şâir Necip Fazıl, O’nu kısaca şöyle tasvîr eder:
Itrını süzmüş ezel,
Bal sensin varlık petek...
2. Bütün insanlara ve cinlere gönderilmiştir. Yâni Rasûlü’s-sekaleyn’dir. Getirdiği dîn, kıyâmete kadar bakîdir. Diğer peygamberler ise geçici bir zaman için ve belli bir kavme gönderilmişlerdir. Bu itibarla her peygamberin mûcizesi kendi zamanına münhasırken Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mûcizeleri bütün zamanlara şâmildir. Bilhassa Kur’ân-ı Kerîm O’na verilen en büyük mûcize olarak kıyâmete kadar cârîdir.
3. Hâtemü’l-enbiyâ, yâni peygamberlerin sonuncusudur. Diğer taraftan Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in:
“Ben, Âdem su ile toprak arasında iken nebî idim.” (Keşfu’l-Hafâ, II, s. 132) beyânı vechile O, ins ü cin âlemine peygamber olarak gönderilişiyle en son olmasına mukâbil yaratılış bakımından “ilk”tir.
Bunlardan ayrı olarak bir de Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e kıyâmet günü için makâm-ı mahmûd ve şefâat-i uzmâ bahşedilmiştir. Bu sebeple o merhamet peygamberi, mahşerde ümmetin günâhkârlarına şefâat edecek ve bu şefâati de makbûl olacaktır. Âyet-i kerîmede buyurulan:
“... Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allâh’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allâh’ı ziyadesiyle afvedici, esirgeyici bulurlardı.” (en-Nisâ, 64) şeklindeki hakîkat de, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in ümmetinin afvı husûsunda şefâat ve istiğfârda bulunmasının ne kadar ehemmiyetli ve müessir olduğunun âdetâ vaad ve müjde kabîlinden ilâhî bir ifâdesidir.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in şu beyânı da gönüllere ümîd ve rahmet ilkâ eden müstesnâ bir müjde-i peygamberîdir:
“Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Âdem -aleyhisselâm-’a gelirler. Ona:
«–Bize Rabbin katında şefâat eyle!» derler.
O:
«–Ben bu durumda değilim; ancak siz İbrahim’e gidiniz! O Rahmân’ın yakın dostudur..» der.
İbrahim -aleyhisselâm-’a gelirler. O da:
«–Ben bu durumda değilim; ama siz Mûsâ’ya gidin! O Allâh’la konuşandır..» der.
Mûsâ -aleyhisselâm-’a gelirler: O da:
«–Ben bu durumda değilim, ancak siz Îsâ’ya gidin! O Allâh’ın rûhu ve kelimesidir...» der.
Îsâ -aleyhisselâm-’a gelirler. O da:
«–Ben bu durumda değilim, ancak siz Muhammed -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gidin!» der.
Bana gelirler. Ben de:
«–Evet bana bu mevki bahşedilmiştir.» derim.
Sonra Rabbimin huzûruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. O vakit bana şu anda bilmediğim birtakım hamd sözleri ilhâm edilir; bu hamd sözleri ile Rabbime hamdederim. O’na secde ederim. (O esnâda bana):
«Ey Muhammed, başını kaldır! Söyle; söylediğin dinlenecek! İste; istediğin verilecek! Şefâatte bulun; şefâatin kabul edilecek!» denilir.
Ben:
«Ey Rabbim! Ümmetimi istiyorum, ümmetimi istiyorum!..» derim.
Hakk Teâlâ:
«Ey Muhammed! Çık, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca îmânı bulunan herkesi oradan (yâni cehennemden) çıkar!» diye buyurur.
Ben de çıkar ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı hamd sözleriyle O’na hamdederim. Sonra secdeye kapanırım. (Tekrar):
«Ey Muhammed, başını kaldır! Söyle; söylediğin dinlenecek! İste; istediğin verilecek! Şefâatte bulun; şefâatin kabul edilecek!» denilir.
Ben (yine):
«Ey Rabbim! Ümmetimi istiyorum, ümmetimi istiyorum!..» derim.
Hakk Teâlâ:
«Çık, kalbinde zerre miktarınca yahut hardal tanesi büyüklüğünde îmân bulunan herkesi oradan (cehennemden) çıkar!» diye buyurur.
Ben de çıkar, söyleneni yaparım. Sonra yine dönerim, aynı hamd sözleriyle O’na hamdederim. Sonra secdeye kapanırım. Hakk Teâlâ (tekrar):
«Ey Muhammed, başını kaldır! Söyle; söylediğin dinlenecek! İste; istediğin verilecek! Şefâatte bulun; şefâatin kabul edilecek!» diye buyurur.
Ben (yine):
«Ey Rabbim! Ümmetimi istiyorum, ümmetimi istiyorum!..» derim.
Hakk Celle ve Alâ:
«Çık, kalbinde bir hardal tanesinden çok daha küçük miktarda îmân bulunan herkesi cehennemden çıkar!» diye buyurur.
Ben de çıkar bunu yaparım. Sonra dördüncü kez dönerim, aynı hamd sözleriyle O’na hamdederim. Sonra O’na secdeye kapanırım. (Tekrar):
«Ey Muhammed, başını kaldır! Söyle; söylediğin dinlenecek! İste; istediğin verilecek! Şefâatte bulun; şefâatin kabul edilecek!» denilir.
Ben (bu defa):
«Ey Rabbim! Lâ ilâhe illallâh/Allâh’tan başka ilâh yoktur diyen herkes için bana izin ver!..» derim.
Hak Teala:
«İzzetime, celâlime, yüceliğime ve büyüklüğüme yemîn olsun ki, Allâh’tan başka ilâh yoktur diyen herkesi oradan (cehennemden) çıkaracağım!» buyurur.” (Buhârî, Tevhîd, 36)
Hâsılı peygamberler, saydığımız üstün sıfatlar ile insanlığın hidâyet rehberleri olmuş ve ümmetlerine, onlara îmân edip tâbî olmaları emredilmiştir. Allâh Teâlâ buyurur:
“(Ey mü’minler!) «Biz, Allâh’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allâh’a teslim olduk.» deyin.” (el-Bakara, 136)
“İşte o peygamberler Allâh’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna tâbî ol...” (el-En’âm, 90)
Bu emr-i ilâhîye riâyet edenler, dünyâ ve âhırette seâdet ve selâmet içinde olurlar. Onların her iki cihânda da makâm ve dereceleri âlîdir. Allâh Teâlâ buyurur:
“Kim Allâh’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allâh’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel dostturlar!” (en-Nisâ, 69)
Bu hâlin aksine hareket edenler de iki cihan bedbahtı olarak ebediyyen hüsrânda kalırlar:
“... Yeryüzünde gezin; peygamberleri yalanlayanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu görün!” (en-Nahl, 36)
“... Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam mânâsıyla sapıtmıştır.” (en-Nisâ, 136)
Gerçekten de tarih boyunca dünyânın fânî yaldızlarına aldanan nice gâfiller, peygamberlerin açtığı nûrlu ufuklardan ayrılmışlar, ebediyyet bedbahtlığının korkunç enkâzı hâline gelmişlerdir. Toplumlarını da vîrâneye çevirmişlerdir. Onlar, sefâletlerini seâdet zannetmenin hüsrânına uğramışlar, yaratılış hikmetini ve esrârını kavrayamayıp hayvanların hayatlarını taklîd etmişler ve neticede ilâhî gazablara dûçâr olarak helâk olmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulur:
“Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara âid cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem, 98)
“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların îmâr ettiklerinden daha çok îmâr etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zâten Allâh, onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (er-Rûm, 9)
Geçmişten geleceğe sayısız ilâhî işâret, tebliğ ve îkâzlara rağmen îmânsızlıkta ısrar eden böylesi gâfiller hakkında Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
“... İnanmayan millet, rahmetten ırak olsun!” (el-Mü’minûn, 44)
Hâsılı peygamberlerin hepsi de vahdâniyet esası üzerinde insanlığa rehberlik etmiş mübârek birer şahsiyettirler. Onlardan Kur’ân’la sâbit olmuş herhangi birinin nübüvvetini inkâr, insanı îmân dâiresinden çıkarır. Meselâ bir insan Hazret-i Îsâ’nın nübüvvetini inkâr etse mü’min olamaz. Zîrâ bütün peygamberler hep aynı esasları tebliğ etmişler ve bu sebeple onların tebliğâtında ifâdesini bulan dîn hep İslâm olmuştur. Âhirzaman peygamberi bütün peygamberlerin seyyididir. Âhırette “livâü’l-hamd” isimli sancağı altında bütün ümmetini toplayacaktır. Bu kalabalık içinde daha önceki peygamberler de kendilerine îmân etmiş ve doğru yolu tutmuş olanların başında bulunarak bu sancağın altında yer alacaklardır. Yâni her peygamber, tebliğleri hükümden kaldırılıncaya kadar ona inanmış ve arkasından yürümüş olanların teşkil ettikleri bir toplulukla “ümmet-i Muhammed” içinde bulunacaklardır.
“Bütün peygamberlere selâm olsun!”
“Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a hamdolsun.” (es-Sâffât, 181-182)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet