Peygamber Efendimiz'le Kalbî İrtibatımız Ne Durumda?

Bizim, çok sevdiğimiz, şefâatini dilediğimiz, dünyada Ravza’sına, ukbâda Havz-ı Kevser’ine hasret duyduğumuz Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ile; ibâdet, muâmelât ve ahlâk bahsinde müşterekliğimiz acaba ne kadar?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor:

“Hayatım sizin için hayırlıdır: Bâzı hâdiseler yaşarsınız, bunun üzerine size ilâhî vahiy ve hükümler indirilir. Vefâtım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allâh’a hamd ederim, kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allâh’a istiğfar ederim.” (Heysemî, IX, 24)

Bu hakîkatin ne kadar muhâsebesi içindeyiz? Dâimâ düşünmeliyiz ki Peygamber Efendimiz bizim yanımızda olsaydı, bizim hâlimize tebessüm eder miydi; yoksa üzülür müydü? Efendimizʼe olan muhabbetimizi, bu muhâsebenin terâzisinde mîzân etmeliyiz.

İşte O’nun bize yakınlığı... Ya bizim O’na yakınlığımız ne kadar?

MÜŞTEREKLİĞİMİZ HANGİ SEVİYEDE?

Muhabbet; seven ile sevilenin husûsiyetlerindeki müştereklikten kaynaklanır. Seven, sevdiğiyle aynı duygulara sahip olur. Aynı hâl üzere olmanın gayreti içindedir. Sevdiğinin rengine boyanmak, onun âhengine bürünmek arzusundadır.

Bizim, çok sevdiğimiz, şefâatini dilediğimiz, dünyada Ravza’sına, ukbâda Havz-ı Kevser’ine hasret duyduğumuz Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ile; ibâdet, muâmelât ve ahlâk bahsinde müşterekliğimiz acaba ne kadar?

O'NUNLA NE KADAR BERABERİZ?

Aile hayatımız, Allah Rasûlüʼnün âile hayatından ne kadar izler taşıyor? İbadet hayatımızda O’nun huşû hâline ne kadar yaklaşabiliyoruz? Sosyal hayatımızda; garibin, yetimin, yalnızın ve bîçârenin ne kadar yanıbaşındayız? Hakkı, hayrı ve iyiliği tavsiye edip bâtıldan, kötülükten ve yanlıştan sakındırmak için ne kadar gayret edebiliyoruz? Her zaman ve mekânda Allah Rasûlüʼnü kendimize ne kadar fiilî kıstas alıyoruz? Oʼnun ibadetlerindeki rûhâniyet, muâmelâtındaki zarâfet, ahlâkındaki nezâket, gönlündeki hassâsiyet, sîmâsındaki nûrâniyet, duygularındaki incelik, nazarlarındaki derinlik, velhâsıl örnek hâl ve tavırları, bizlere ne kadar

sirâyet ediyor?

İLÂHÎ EMİR: SALEVÂT-I ŞERİFE

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de  buyurarak Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in hayatı üzerine yemin etmiştir. Yüce ismini, O’nun ismiyle birlikte zikretmiş ve Yüce Zâtʼına îmânı, O’nun nübüvvetine îmân etmek şartına bağlamıştır. Oʼnun huzûrunda seslerin yükseltilmesine râzı olmamış, mübârek isminin sıradan bir isim gibi zikredilmesini istememiştir. Bütün bunlara ilâveten, kendisinin ve meleklerinin, O’na çokça salât ü selâm ettiklerini bildirerek ümmet-i Muhammed’in de aynı şekilde O’na bol bol salât ü selâm getirmelerini fermân eylemiştir.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müʼminler! Siz de Oʼna salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56) buyrulduğu üzere, Nebiyy-i Muhterem -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe salât ü selâm getirmek, mü’minler için ilâhî bir emirdir. Ve her salevât-ı şerîfe, bizi O Gönüller Sultânı’na yaklaştıran bir vesîledir...

O'NA MUHTACIZ

Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in peygamberliğiyle insanlık, beklediği hidâyet rehberlerinin en mükemmeline kavuşmuştur. Bu yüzden, bugün hâlâ hodgâm ve nefsânî bir hayat yaşamaya devam edenler, böyle yüce bir örnek şahsiyet gelmeden önce câhilî bir hayat yaşayanlardan daha mes’ûl bir mevkîde bulunmaktadırlar. Bu bakımdan, insanlığın ekseriyetle kuvvete râm olup nefis sultasında yaşadığı günümüzde, O Emsalsiz Örnek Şahsiyetʼin mânevî terbiyesine, yani karakter ve şahsiyet inşâsına, daha fazla muhtâcız!..

TEK ÇÂREMİZ

Dün o ilâhî nefes, yani Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem- nasıl azgın bir câhiliye devrine derman oldu ve onu Asr-ı Saâdetʼe dönüştürdü ise bugün de insanlığı huzur ve saâdete erdirip zulüm, inkâr ve cehâlet karanlıklarından kurtaracak olan, O’nun rahmet nefesidir.

Cenâb-ı Hak, bu dünyada Sevgili Rasûlʼünün Sünnetʼi üzere yaşayıp ahlâkıyla ahlâklanmayı, âhirette de şefâatine erebilmeyi cümlemize lûtfeylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âlemlere Rahmet: Hz. Muhammed, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.