Peygamberimiz Günahkârlara Nasıl Şefâat Edecek?

Peygamberimiz (sav.) günahkârlara nasıl şefâat edecek? Abdullah Sert Hocaefendi, Şifa-i Şerif eserinden Peygamberimizin (sav.) şefaatiyle ilgili hadisleri okuyor.

PEYGAMBERİMİZ GÜNAHKÂRLARA NASIL ŞEFÂAT EDECEK?

Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:

“Cehennemlikler cehenneme, cennetlikler cennete girince, geride cennet ve cehennem ehlinden birer grup kalır. Cehennemlikler, (günahları yüzünden geride kalan) cennetliklere:

“Bakın, îmân etmiş olmanız bir fayda sağlayıp da sizi cennete götürmedi.” derler.

Onlar da cehennemliklerin kendilerini ayıplamasından dolayı Rablerine feryâd ederek yalvarırlar. Onların feryâdını duyan cennet ehli, Hz. Âdem’e ve diğer büyük peygamberlere giderek onlara şefâat etmelerini isterler. Peygamberler de özür beyan ederek şefâat edemeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine cennetlikler Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme başvururlar. O da bu günahkâr Müslümanlara şefâat eder. İşte Makãm-ı Mahmûd budur.”

İbni Abbâs’ın bu sözü yani bu mevkūf hadis, Peygamber Efendimiz’in sözü yani merfû hadis hükmündedir. Çünkü İbni Abbâs’ın bu bilgiyi kendiliğinden vermesi mümkün değildir.

Bu rivâyetin bir benzeri sahâbeden Abdullah ibni Mes’ûd ve tâbiîn âlimlerinden Mücâhid ibni Cebr’den rivâyet edilmiştir. (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), IX, 354-357, nr. 9760; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 541, nr. 8519.)

Aynı hadisi Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn Ali de Peygamber Efendimiz’den rivâyet etmiştir.

Ashâb-ı kirâmdan Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümâ tâbiîn râvilerinden Yezîdü’l-fakîr’e:

“Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi çıkaracağı Makãm-ı Mahmûd hakkında bir hadis duydun mu?” diye sordu. O da:

“Evet, duydum.” deyince:

“İşte o Makãm-ı Mahmûd, Cenâb-ı Hakk’ın Resûlullah Efendimiz’e verdiği yüce bir makamdır ki, onun sâyesinde günahkâr mü’minleri cehennemden çıkarır.” dedi, ardından da günahkâr mü’minlerin derecelerine göre cehennemden çıkarılacağına dâir şefâat hadisini okudu. (Müslim, Îmân 316, nr. 191.)

Bu hadisin bir benzerini Enes ibni Mâlik radıyallahu anh rivâyet etmiş olup hadisin sonunda: “İşte bu ona va’dedilen Makãm-ı Mahmûd’tur.” demiştir. (Buhârî, Tevhîd 24, nr. 7440)

Şefâat hadisini Selmân-i Fârisî de rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:

“Makãm-ı Mahmûd, Resûl-i Ekrem’in kıyâmet gününde ümmetine şefâat etmesidir.” (İbni Ebî Âsım, es-Sünne (Elbânî), I, 369-370, nr. 813; (Cevâbire), I, 551-554, nr. 834; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), VI, 247-248, nr.6117)

Bu hadisin bir benzerini Ebû Hüreyre radıyallahu anh rivâyet etmiştir. (Tirmizî, Tefsîr 17/7, nr. 3137; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 444. Ayrıca bk. II, 441)

Tâbiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî (v. 117/735) şöyle demiştir:

“İlim adamlarına göre Makãm-ı Mahmûd; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, kıyâmet gününde bütün insanları mahşerdeki bekleme sıkıntısından kurtarmak için yapacağı şefâatidir. Makãm-ı Mahmûd’un, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kıyâmet günündeki büyük şefâati (şefâat-i kübrâ) olduğu sahâbe ve tâbiîn ile müctehidlerin, müfessirlerin ve muhaddislerin de görüşüdür.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz’den gelen sahîh hadislerde de Makãm-ı Mahmûd’un şefâat makamı olduğu belirtilmiştir. Makãm-ı Mahmûd’un ne anlama geldiği konusunda, güvenilir âlimlerin rivâyetlerinin aksine selef âlimlerinden biri aykırı bir görüş ileri sürmüşse de, bunu destekleyen sahîh bir rivâyet ve sağlam bir görüş olmadığı için, bu görüşe güvenmemek gerekir. Bu tür rivâyetler sahîh olsa bile, onların anlaşılır bir açıklaması yapılmalıdır. Zâten Peygamber aleyhisselâmın Makãm-ı Mahmûd hakkındaki sahîh hadisleri bu tür rivâyetleri çürüttüğü için, bunlara değer vermemek gerekir. Kur’an’da ve Sünnet’te böyle bir delil bulunmadığı, Ümmet-i Muhammed de böyle bir görüşü benimsemediği için onu yorumlamaya bile gerek yoktur. Böylesi görüşleri olduğu gibi alıp nakletmek bile son derece yanlıştır.

Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:

“Cehennemlikler cehenneme, cennetlikler cennete girince, geride cennet ve cehennem ehlinden birer grup kalır. Cehennemlikler, (günahları yüzünden geride kalan) cennetliklere:

“Bakın, îmân etmiş olmanız bir fayda sağlayıp da sizi cennete götürmedi.” derler.

Onlar da cehennemliklerin kendilerini ayıplamasından dolayı Rablerine feryâd ederek yalvarırlar. Onların feryâdını duyan cennet ehli, Hz. Âdem’e ve diğer büyük peygamberlere giderek onlara şefâat etmelerini isterler. Peygamberler de özür beyan ederek şefâat edemeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine cennetlikler Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme başvururlar. O da bu günahkâr Müslümanlara şefâat eder. İşte Makãm-ı Mahmûd budur.”

İbni Abbâs’ın bu sözü yani bu mevkūf hadis, Peygamber Efendimiz’in sözü yani merfû hadis hükmündedir. Çünkü İbni Abbâs’ın bu bilgiyi kendiliğinden vermesi mümkün değildir.

Bu rivâyetin bir benzeri sahâbeden Abdullah ibni Mes’ûd ve tâbiîn âlimlerinden Mücâhid ibni Cebr’den rivâyet edilmiştir. (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), IX, 354-357, nr. 9760; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 541, nr. 8519.)

Aynı hadisi Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn Ali de Peygamber Efendimiz’den rivâyet etmiştir.

Ashâb-ı kirâmdan Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümâ tâbiîn râvilerinden Yezîdü’l-fakîr’e:

“Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi çıkaracağı Makãm-ı Mahmûd hakkında bir hadis duydun mu?” diye sordu. O da:

“Evet, duydum.” deyince:

“İşte o Makãm-ı Mahmûd, Cenâb-ı Hakk’ın Resûlullah Efendimiz’e verdiği yüce bir makamdır ki, onun sâyesinde günahkâr mü’minleri cehennemden çıkarır.” dedi, ardından da günahkâr mü’minlerin derecelerine göre cehennemden çıkarılacağına dâir şefâat hadisini okudu. (Müslim, Îmân 316, nr. 191.)

Bu hadisin bir benzerini Enes ibni Mâlik radıyallahu anh rivâyet etmiş olup hadisin sonunda: “İşte bu ona va’dedilen Makãm-ı Mahmûd’tur.” demiştir. (Buhârî, Tevhîd 24, nr. 7440)

Şefâat hadisini Selmân-i Fârisî de rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:

“Makãm-ı Mahmûd, Resûl-i Ekrem’in kıyâmet gününde ümmetine şefâat etmesidir.” (İbni Ebî Âsım, es-Sünne (Elbânî), I, 369-370, nr. 813; (Cevâbire), I, 551-554, nr. 834; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), VI, 247-248, nr.6117)

Bu hadisin bir benzerini Ebû Hüreyre radıyallahu anh rivâyet etmiştir. (Tirmizî, Tefsîr 17/7, nr. 3137; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 444. Ayrıca bk. II, 441)

Tâbiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî (v. 117/735) şöyle demiştir:

“İlim adamlarına göre Makãm-ı Mahmûd; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, kıyâmet gününde bütün insanları mahşerdeki bekleme sıkıntısından kurtarmak için yapacağı şefâatidir. Makãm-ı Mahmûd’un, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kıyâmet günündeki büyük şefâati (şefâat-i kübrâ) olduğu sahâbe ve tâbiîn ile müctehidlerin, müfessirlerin ve muhaddislerin de görüşüdür.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz’den gelen sahîh hadislerde de Makãm-ı Mahmûd’un şefâat makamı olduğu belirtilmiştir. Makãm-ı Mahmûd’un ne anlama geldiği konusunda, güvenilir âlimlerin rivâyetlerinin aksine selef âlimlerinden biri aykırı bir görüş ileri sürmüşse de, bunu destekleyen sahîh bir rivâyet ve sağlam bir görüş olmadığı için, bu görüşe güvenmemek gerekir. Bu tür rivâyetler sahîh olsa bile, onların anlaşılır bir açıklaması yapılmalıdır. Zâten Peygamber aleyhisselâmın Makãm-ı Mahmûd hakkındaki sahîh hadisleri bu tür rivâyetleri çürüttüğü için, bunlara değer vermemek gerekir. Kur’an’da ve Sünnet’te böyle bir delil bulunmadığı, Ümmet-i Muhammed de böyle bir görüşü benimsemediği için onu yorumlamaya bile gerek yoktur. Böylesi görüşleri olduğu gibi alıp nakletmek bile son derece yanlıştır.

Kaynak: Kadı İyaz, Şifa-i Şerif

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZİN ŞEFAATİ

Peygamber Efendimizin Şefaati

ŞEFAAT VAR MI? ŞEFAAT NASIL OLACAK?

Şefaat Var mı? Şefaat Nasıl Olacak?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.