Peygamberimiz Hac İbadetini Nasıl Yapmıştır?
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ne zaman hacca gitmiştir? Peygamberimiz (s.a.s.) nasıl hac yaptı?
Câfer-i Sâdık (r.a), babası Muhammed Bâkır Hazretleri’nden şöyle nakleder:
Büyük sahâbîlerden Câbir ibn-i Abdullah’ın yanına girdik. Gelenlere kim olduklarını sordu. Sıra bana gelince:
“–Ben, Muhammed bin Ali bin Hüseyin’im” dedim… Heyecanlandı… Bana iltifat ederek şöyle dedi:
“–Merhaba sana ey kardeşimin oğlu! İstediğini sor!”
Ona sualler sordum, gözleri görmüyordu (âmâ idi). Namaz vakti gelmişti. Dokunmuş bir elbiseye bürünerek kalktı. Ne zaman onu omzuna alsa bir tarafı kendisine doğru sarkıyordu; çünkü küçüktü. Cübbesi de yanı başında askıda asılı duruyordu. Onunla namaz kıldırdı. Ben kendisine:
“–Bana Allah Rasûlü’nün haccını anlatın!” dedim. Parmakları ile dokuz saydı ve şöyle dedi:
“–Allah Rasûlü (s.a.v) dokuz sene beklediler. Bu müddet zarfında haccetmediler. Onuncu yılında hacca gideceklerini halka ilan ettiler. Bunun üzerine Medine’ye ülkenin her yanından dalga dalga insanlar akın etti. Hepsi de Allah Rasûlü’e uymak, onun hac ibadetini nasıl yaptığını takip etmek ve tıpkı onun gibi yapmak istiyordu.
(Zi’l-Kaʻde’nin bitmesine 5 gün kala) Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte yola çıktık, Zülhuleyfe’ye gelince, Esmâ bint-i Ümeys, Muhammed bin Ebî Bekir’i doğurdu. Allah Rasûlü’ne haber gönderip ne yapacağı hakkında bilgi istedi. Efendimiz de: «Yıkan, pamuk bağla ve sıkı sar, sonra da ihrama gir!» diye haber gönderdiler. Sonra Allah Rasûlü (s.a.v) oradaki mescidde namaz kıldırdılar. Sonra devesi Kasvâ’ya bindiler, Beydâ’ya çıkınca, bir baktım ki önü, arkası, sağı, solu insanlarla doluydu. Kimisi süvari idi, kimisi de yaya yürüyordu.
Allah Rasûlü (s.a.v) aramızdaydılar. O’na Kur’ân nâzil olurdu, mânâsını çok iyi bilirlerdi. O, Kur’ân’la nasıl amel ederse biz de ona tâbi olarak öylece amel ederdik.
PEYGAMBERİMİZ HAC FARİZASINI NASIL YAPMIŞTIR?
Hacca niyet edip tevhîdle şöyle telbiye getirdiler:
«Buyur Allah’ım, Sana geldim. Emrini yerine getirmek üzere muhabbetle sana yöneldim. Sen’in hiçbir ortağın yoktur. Emrine itaat ederek geldim, buyur Allah’ım! Hamd ve nîmet Sana âittir. Mülk de Sen’indir. Sen’in hiçbir ortağın yoktur.»
Onun ardından bütün insanlar da aynı şeyi söylediler. Telbiyede bulundular. Onların bu durumuna hiç bir itirazda bulunmadılar. Bu sırada Efendimiz (s.a.v) kendi telbiyelerine devam ettiler. Hacdan başka hiç bir gaye ve niyetimiz yoktu. Umre nedir bilmiyorduk.
Beyt-i Şerif’e geldiğimizde Allah Rasûlü (s.a.v) Rükn’ü (Hacer-i Esved’i) istilâm ettiler. Üç kere hızlı yürüyüşle, dört kere de normal yürüyüşle tavaf yaptılar. Sonra Makâm-ı İbrahim’e gidip:
«Makâm-ı İbrâhim’de bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)!» âyetini okudular.[1] Makam’ı, Kâbe ile kendi arasına aldılar. (Babam şöyle derdi: Makamda kıldığı her iki rek’atta da «Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn» ile «Kul hüvellahu ehad» sûrelerini okudular.) Sonra tekrar Rükn’e gidip istilâm ettiler. Sonra Safâ kapısından çıkıp doğru Safâ’ya gittiler. Safâ’da:
«Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır» âyetini[2] okuduktan sonra, «Allah’ın başladığı yerden başlıyorum» diyerek Safâ’dan başladılar. Yukarıya çıkıp Beyt-i Şerif’i gördüler. Kıbleye yönelip Allah’ı tevhid etti, O’nu yüceltti, tekbir getirdi ve şöyle dediler:
«Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. Vaʻdini yerine getirdi, kuluna yardım etti ve (Hendek harbinde Medine’ye saldırmak için toplanan) kabileleri tek başına hezimete uğrattı.»
Sonra bunun arasında dua ettiler. Bunu tam üç kere söylediler. Sonra Merve’ye indiler, iki ayağı vâdinin içine varınca, hızlandılar. (Vâdiden) yukarıya çıkınca mutad olarak yürüdüler. Merve’ye gelince, Safâ’da yaptıkları gibi yaptılar. Saʻyin sonunu Merve’de bitirdiler. Şöyle buyurdular:
«Daha önce bu düşüncede olsaydım, Kurban getirmezdim de bunu (haccı) umre yapardım. Kimin yanında kurban yoksa hemen ihramdan çıksın ve bunu umre yapsın!»
Sürâka bin Mâlik bin Cüʻşum kalkıp şöyle dedi:
«–Ey Allah’ın Rasûlü! Bu sadece bu yıla mı mahsustur, yoksa her zaman için mi?»
Allah Rasûlü (s.a.v), parmaklarını birbirine geçirdiler ve iki kere:
«–İşte umre, hacca böyle girmiştir! Bu yıla mahsus değil, her zaman bu böyledir» buyurdular.
Hz. Ali, Yemen’den Nebî (s.a.v) için develer getirdi. Fâtıma’nın ihramdan çıktığını ve renkli elbiseler giyip sürme çektiğini görüp bu halini hoş karşılamayınca Fâtıma şu cevab verdi: «Bunu bana muhterem babam emrettiler».”
Hz. Ali, Irak’tayken şöyle derdi: “Bunun üzerine hemen Allah Rasûlü (s.a.v)’e gittim ve:
«–Fâtıma’yı ihrâmdan çıkmış olarak gördüm, renkli elbise giymiş, üstelik gözlerine de sürme çekmiş. Neden böyle yaptığını kendisine sorunca, “Bunu bana muhterem babam emrettiler” dedi. Gerçekten ey Allah’ın Rasûlü bunu ona Siz mi emrettiniz?» dedim. Allah Rasûlü (s.a.v):
«–O doğru söylemiş. Peki, sen hacca niyetlenirken ne dedin?» buyurdular.
«–“Allah’ım! Ben Allah Rasûlü’nün niyeti gibi niyet ediyorum. O’nun gibi ihrama girip telbiye getiriyorum” dedim.»
«–Benim yanımda kurban var, sen ihramdan çıkma!» buyurdular.”
Gerek Allah Rasûlü’nün getirdiği gerekse Ali’nin Yemen’den getirdiği kurbanların yekûnu yüz idi.
İnsanların hepsi, ihramdan çıktılar ve tıraş oldular. Ancak Nebî (s.a.v) ile beraberinde kurban olanlar ihramdan çıkmadılar ve tıraş da olmadılar. Terviye günü olunca, doğru Minâ’ya gittiler, hacca niyet ettiler. Allah Rasûlü (s.a.v) devesine binip gittiler. Mina’da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahı kıldılar. Güneş doğuncaya kadar biraz beklediler. Daha sonra kıldan çadırının kurulmasını istediler, ashâbı da onu Nemire denilen yere kurdu.
Sonra yollarına devam ettiler. Kureyş, kendilerinin Câhiliye devrinde yaptıkları gibi onun da Meşʻar-i Haram’da duracağında şüphe etmiyorlardı. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v), oradan geçip gittiler, Arafat’a vardılar. Çadırın Nemire’de kurulduğunu gördüler. Oraya inip konakladılar. Güneş tepeden meyledince emrettiler, Kasvâ’sı hazırlandı. Ona binip doğru vâdinin içine geldiler ve orada insanlara şöyle hitâb ettiler:
“Kanlarınız, mallarınız birbirinize, bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin hürmeti gibi haramdır.
Câhiliyeden kalma her türlü âdet ve gelenekler ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. Cahiliyeden kalma kan davaları da kaldırılmıştır. Kanlarınızdan ilk kaldırdığım dava, (amcamın torunu) İbn Rabîa bin Hâris’in kanıdır. O Saʻd oğullarında sütannedeydi. Hüzeyl kabilesi onu öldürmüştü.
Cahiliyeden kalma ribâ (faiz) da kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım ribâ, (amcam) Abbâs bin Abdi’l-Muttalib’in ribâsıdır. (Diğer insanların anaparası dururken) onun hepsi kaldırılmıştır.
Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın emânı ile aldınız, onları Allah’ın kelimesiyle helâl edindiniz. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız kimseleri evinize almamalarıdır. Bunu yaparlarsa onları, zarar vermeyecek şekilde dövün!
Onların sizin üzerinizde olan hakları; usûlü dairesince yemek, içmek ve giyimleridir.
Size bir şey bırakıyorum, ona sarılırsanız asla sapıtmazsınız; o, Allah’ın Kitâbı’dır. Size benden soracaklar, o zaman ne diyeceksiniz?”
Ashâb-ı kirâm: “Biz şehâdet ediyoruz ki, sen tebliğ ettin, vazifeni yerine getirdin, öğüt verdin!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şehâdet parmağını semâya kaldırıp insanlara karşı çevirerek üç kere: “Allah’ım! Şahit ol, Allah’ım şahit ol, Allah’ım şahit ol!” dediler.
Ondan sonra Bilâl (r.a) ezân okudu, kâmet getirdi. Nebî (s.a.v) öğle namazını kıldırdılar. Sonra yine kâmet getirdi, ikindi namazını kıldırdılar. Bu iki namaz arasında hiç bir şey kılmadılar. Sonra Kasvâ’ya binip vakfe yerine geldiler. Devesinin karnını kayalara doğru, yayaların toplandığı yerin önüne alıp kıbleye karşı durarak (dua ettiler). Bu vakfeleri Güneş batıncaya kadar devam etti. Ondan sora Üsâme’yi terkilerine alarak deveyi mahmuzladılar. Dizginini sıkı tutup hızlandırdılar. Hatta yularını o kadar kasmışlardı ki neredeyse başı semerinin altındaki deriye çarpıyordu. Bir yandan da insanlara eliyle, “Sükûneti muhâfaza edin, sükûneti muhafaza edin” diye işaret ediyorlardı. Kum tepeciklerinden herhangi birine geldiklerinde düze çıkıncaya kadar dizgini biraz gevşetiyorlardı. Nihayet Müzdelife’ye geldiler. Orada bir ezan, iki kâmetle cemʻ-i te’hîr yaparak akşamla yatsıyı bir arada kıldırdılar. Aralarında hiç bir şey (sünnet) kılmadılar. Tan yeri ağarıncaya kadar uzanıp istirahat ettiler.
Sabah olunca bir ezan, bir kâmetle sabah namazını kıldırdılar. Sonra Kasvâ’ya binip Meşʻar-i Haram’a vardılar. Üstüne çıktılar, kıbleye karşı durup Allah’a hamd ettiler, tekbir ve tehlîl getirdiler. O’nun birliğini tekrarladılar. Güneş doğmadan hava iyice aydınlanıncaya dek vakfeye durdular.
Güneş doğmadan Fadl bin Abbâs’ı da terkilerine alarak deveye bindiler. Fadl saçı güzel, beyaz tenli ve yakışıklı bir delikanlı idi. Güzel bir kadın yoldan geçerken, Fadl ona bakmaya başladı. Allah Rasûlü (s.a.v) yüzüne elini koyunca, bu defa Fadl öbür yandan bakmaya başladı. Yine elini yüzüne koyunca öbür tarafa çevirip yine bakmaya başladı. Nihayet Batn-ı Muhassir’e vardılar. Deveyi biraz hareketlendirip Cemretü’l-Kübrâ’ya çıkan orta yola girdiler. Nihayet ağacın yanında bulunan Cemre’ye geldiler, ona yedi taş attılar ve her atışta tekbir getirdiler. Taşları vâdinin içinden attılar.
Sonra kurban kesilen yere gittiler, kendi mübarek elleriyle 63 deve kestiler. Sonra (bıçağı) Hz. Ali’ye verdiler, kalanını da o kesti. Hz. Ali’yi kurbana ortak etmişlerdi. Sonra her deveden bir parça et alınıp tencereye kondu ve pişirildi, sonra beraberce yediler. Çorbasından da içtiler.
Allah Rasûlü (s.a.v) sonra devesine binip Beyt-i şerif’e gittiler. Mekke’de öğle namazını kıldırdılar. Abdu’l-Muttalip oğulları kuyudan zemzem çekip hacılara ikrâm ediyorlardı. Onların yanına varıp:
“–Ey Abdulmuttalip oğulları! Su çekin! Eğer insanların yanınızda kalabalık yapmalarından korkmasaydım ben de sizinle beraber su çekerdim” buyurdular. Kendisine kovayı uzatıp verdiler, doya doya zemzemden içtiler.[3]
Dipnotlar:
[1] el-Bakara, 125. [2] el-Bakara, 158. [3] Müslim, Hacc, 147-148; Ebû Dâvud, no: 1905; Tirmizî, no: 862, 856, 2967; Nesâî, I, 195, 122; V, 164, 232, 240, 155; İbn-i Mâce, no: 3074; Ebû Ya’lâ, no: 2126.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Mescid-i Haram’dan 111 Hatıra, Erkam Yayınları
YORUMLAR