Peygamberimiz İçin Yazılan Şiirler
Anadolu dervişlerinin Peygamber (s.a.s.) Efendimize muhabbeti nasıldı? Peygamberimiz (s.a.s.) için yazılan eserler.
Anadolu dervişinde zirve olan hasletlerden biri, Peygamberimiz’e karşı besledikleri muhabbet idi.
HABÎBULLÂH’A MUHABBET
Rasûlullah Efendimiz’e, ehl-i beytine ve ashâbına muazzam bir muhabbet, hürmet ve ittibâ...
Anadolu dervişinin gönlü dâimâ Rasûlullah Efendimiz’i anar; dili O’nu andığında, asla salât ü selâmı unutmaz. Hattâ Efendimiz’in mübârek ismi anıldığı zaman edep ve tâzimle ellerini kalplerine götürürler ve hürmetle salevat getirirler.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’den hâtıra olan sakal-ı şerifler; kandil gecelerinde sarıldıkları kırk ipek bohçadan edeple çıkarılır, büyük bir ihtiramla ve topluca okunan salât ü selâmlarla ziyaret edilir. Tevhîdi çok güzel benimsemiş Anadolu dervişinin gönlüne; Efendimiz’e muhabbetle alâkalı bu edep ve hürmet usûllerinden dolayı, asla şirk şüphesi gelmez. Rasûlullah Efendimiz’in «kul ve Rasûl» olduğunu çok iyi idrâk etmiştir. Lâkin O’nun beşer oluşunu, asla hürmette kusur ve dikkatsizlik sebebi kılmaz.
MEVLİD-İ ŞERİF NASIL YAZILDI?
Süleyman Çelebi, Bursa Ulu Camii’nin imamıydı. Bir gün Acem diyarından gelen bir vaizin; Hazret-i İsa’yı, Rasûlullah Efendimiz’den üstün göstermeye kalkması üzerine, mütehassis oldu. «Vesîletü’n-Necât» adlı «Mevlid-i Şerîf»i kaleme aldı. Samimî aşk-ı Peygamberle, öyle bir bereket hâsıl oldu ki; bu mübârek eser, dillerde ve gönüllerde ezber oldu. Asırlarca okundu.
Mevlid’deki şu mısra, Anadolu dervişinin, âlem tasavvurunda Peygamber Efendimiz’in yerini ne güzel ifade eder:
Bir acep nûr kim güneş, pervânesi...
“O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öyle bir nurdur ki, Güneş, O’nun etrafında, O’na hizmet için pervâne olmuştur. Yani cemâdât dahî O’na âşıktır, O’nun Allah Rasûlü olduğu şuuruyla, O’na hizmet ve ittibâ içinde olmak ister.”
SELATİN CAMİLERİNDE OKUTULAN 3 KİTAP
Yine Allah Rasûlü’nün rûhâniyetinden istimdâd etmek ve O’na muhabbeti zinde tutmak gayesiyle, bilhassa selâtîn camilerinde icâzetli kimseler tarafından cemaate üç kitabı okumak bir örf hâline getirilmişti. Bu üç kitaba -hürmeten- «şerîf» sıfatı verildi. Bunlar;
- Buhârî-i Şerif,
- Şifâ-i Şerif ve;
- Mesnevî-i Şerif idi.
Dâimâ bu eserleri okuyan ve dinleyen halk, Rasûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle hemhâl olmaktaydı. Kezâ o yüce muhabbetle ve ilâhî aşk ile kaleme alınan Yûnus Emre Dîvânı ve emsâli gönül eserleri de büyük bir rağbet buldu. Asırlarca sürur ve tesellî kaynağı oldu.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbetiyle dopdolu içli bir şair olan Fuzûlî, bir gazelinde şöyle der:
Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su,
Habîbüm fasl-ı güldür bu; akarsular bulanmaz mı?
“Yâ Rasûlâllah! Gül mevsiminde akan suların bulandığı gibi; Sen’in aşkından, Sana kavuşup kavuşamayacağımın derdinden, gül yüzüne karşı yalvarmaktan, gözümden kanlı yaşlar akıyor...”
EN GÜZEL ŞİİRLER PEYGAMBERİMİZ İÇİN YAZILDI
Efendimiz’e yanık bir aşk ve iştiyâkın bereketli bir neticesi olarak;
Osmanlı medeniyetinin gerek dîvan, gerekse tekke edebiyatında tecellî eden gönül eserlerinin zirvesi, na‘tlardır. Bütün şairler; en güzel eserlerini, belâgat ve fasâhatlerinin en güzîde örneklerini Peygamber Efendimiz’i medh ü senâ ve O’na arz-ı dehâlet içinde ifade etmişlerdir.
Çünkü Mehmed Nasûhî Efendi’nin dediği gibi:
Eyleyen uşşâkı şeydâ dâimâ,
Tal‘atindir yâ Rasûlâllah Sen’in!..
Derd ile âh ettiren subh u mesâ,
Hasretindir yâ Rasûlâllah Sen’in!..
Bu muhabbet; âşık gönülleri öyle sarar ve kuşatır ki, her ne yöne baksalar, orada Habîbullah Efendimiz’i hatırlatan bir intibâ görürler.
Fuzûlî; çağıl çağıl akan nehirleri, Fahr-i
Kâinât Efendimiz’e doğru akıyor diye vasfeder.
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdir muttasıl,
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su!
“(O rahmet Peygamberi’nin) ayağının (değdiği, gezip dolaştığı, mübârek) toprağına ulaşayım diye, su(lar), hiç durmadan ömürler boyu baş(lar)ını taştan taşa vurarak âvâre (ve meclûb bir şekilde) akmaktadır...”
Es‘ad Erbilî Hazretleri; gönlündeki devâsâ aşk ateşiyle, bütün cihanı ateşler içinde temâşâ eder:
Tecellâ-yı cemâlinden, Habîbim, nevbahâr âteş,
Gül âteş, bülbül âteş, sünbül âteş, hâk ü hâr âteş!
“Habîbim; Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından dolayı, Sana âşık olan ilkbahar ateş, gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, toprak ve diken ateş!..”
Kemal Edip Kürkçüoğlu ise Kâinâtın Fahr-i Ebedî’sine muhabbetini şöyle ifade eder:
Ebediyyen sevecek cân O’nu cânân olarak,
Şart-ı peymân olarak, gāye-i îmân olarak.
Şeb-i mîrâcda sîmâsını seyretti diye,
Kapanır yerlere gök, secde-i şükrân olarak...
“Mîrac Gecesi’nde Rasûlullâh’ın sîmâsını seyretmesinden elde ettiği feyz ile, O’nun şânını yüceltmek üzere semâ, Rasûlullâh’ın ayak bastığı yere şükür secdesine kapanır!..”
Aslen hıristiyan olduğu hâlde hakikat-i Muhammediyye’ye idrâkin hazzına ulaşınca, gözü yaşlı bir mü’min ve yanık bir Peygamber âşığı hâline gelen Yaman Dede’nin şu mısraları da ne güzeldir:
Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım ya Rasûlâllah!..
Ne devlettir yumup aşkınla göz, râhında can vermek!
Nasîb olmaz mı Sultânım, haremgâhında can vermek?
Sönerken gözlerim âsân olur, âhında can vermek,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım ya Rasûlâllah!..
Boyun büktüm, perîşânım, bu derdin Sen’de tedbîri,
Lebim kavruldu âteşten döner pâyinde tezkîri,
Ne dem gönlün murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîr’i,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım ya Rasûlâllah!..
Peygamber muhabbetinin milletimizdeki en bâriz tezâhürlerinden biri; ordusuna «Peygamber Ocağı» demesi ve Allah için cihâd eden her askerine de; «Mehmetçik» adını vererek onların her birine kendi imkân ve istîdatları dâhilinde birer «Muhammedî» olabilme idealini telkin etmesidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık